8 Ay sonra
Güzel bir pazar sabahı tüm aile masa başında toplanmış kahvaltı yapıyorlardı. Mesut, annesi, kardeşi ve babası. Masayı hep beraber hazırlamışlardı. Hilmi bey bile yardım etmişti.
O kara günün üzerinden 8 ay geçmişti. Mesut bu zaman boyunca hep Cansu'nun yanında olmuştu. Ama ilk 2 ay düşündüğünden zor geçmişti. Bu yüzden bir psikiyatri uzmanından yardım almaya başladı Cansu. Elbette psikiyatrist kadının yaptığı şeyleri Mesut'ta yapabilirdi. Tabi bu Mesut'un düşüncesiydi. Ama kadının verdiği ilaçlar Cansu'yu az da olsa rahatlatıyordu. Ve bu durum en çok Mesut'u mutlu ediyordu. Çünkü babasını kaybettikten sonra Cansu'nun ağlama nöbetleri yüzünden astım krizleri artmıştı. Sürekli acile götürüyorlardı. Mesut bu durumu anneannesinin söylediği bir söze bağlıyordu; 'İnsanın ruhu hasta olmadan vücudu yatağa düşmez evlat. Hastalık öyle bir şeydir ki sen bedeninde diye,hastaneye gider ilaçlar kullanırsın. Ama aslında hastalık çok derindedir. Asıl hastalığı iyileştirebilecek ne hekim vardır ne ilaç. İnsanlar doktora gittim,ilaç kullandım diye iyileştim sanır. Oysa işin asıl yüzü çok farklıdır. Aslında insanlar ruhunun şifasını bulduğunda iyileşirler.' Cansu herkesin düşündüğünden hatta kendi düşündüğünden bile zor kalkmıştı ayağa. Hatta onu hayata bağlama sebeplerinde biri olan okulu bile boşlayacaktı Mesut izin verse. Ama Mesut izin vermemişti. Bir zamanlar sevgilisinin ona söylediği şeyleri o sevgilisine söylemiş,zorla sınavlara çalıştırmıştı. Bu şekilde alttan ders bırakmadan yılı bitirmişti Cansu.
Cansu güçlü bir kızdı babasına verdiği sözü tutacaktı okulu bitirip kariyer sahibi olacaktı. Bunu hatırladıkça daha çok çalıştı ve sevgilisinin yardımları ile dönemi bitirmişti.
Artık havalar iyice ısınmıştı. Güneş her gün umut verircesine yeniden doğuyordu. Cansu sanki güneşin bu umut saçan günlerini bekliyormuşcasına kabullenmişti babasının ölümünü. Kabullenmeyip ne yapacaktı ki. Ne insanların doğmasını engelleyebilirdi ne büyümelerini ne de ölmelerini. Oysa elinden gelse Cansu sırf insanlar ölmesin diye doğmalarını engellerdi. Ama hayat ona "Sen ne istersen iste ben bildiğimi yaparım." diyerek bunların imkansızlığını yüzüne vurmuştu bir kere.
Yaz tatilinde okudukları bölümün Erasmus programı vardı. Mesut gitmeyi çok istediği için çalışmaya başlamıştı. Başlamışlardı. Cansu da Mesut ile gitmek istiyordu. Gitmek ve orda kalmak.
Tek bir sorun vardı Mesut'un Londra da akrabaları olduğu için İngilizcesi güzeldi en azından birinci seviyenin üstünde idi ama Cansu için onu diyemezdik Cansu İngilizce sınavlarında hep Mesuttan kopya çekerek geçmiştir onun için aslında Erasmus bir şanstan ibaretti.
***
Hilmi bey "Mesut ne yaptın yurt dışı işini oğlum,yaz geldi ne zaman gideceksin."diye sordu çayını yudumlarken. Mesut "Baba,hocalar haziran sonu temmuz başı gibi göndereceğiz dediler.Bende doğru düzgün bilmiyorum."dedi. Gerçekten de Mesut'ta bilmiyordu ne zaman gideceklerini ve bu onun sinirini bozuyordu çünkü sınavına girmişlerdi ve yeterli puanı almıştı.Gidicekler listesine adını yazdırmıştı.Ama bir sorun vardı Cansu gelemiyordu.Sınavdan yeterli puanı alamamıştı.Mesut'un ona ders çalıştırması,ona ettiği yardımlar yetmemişti.Bu yüzden gitmek konusunda biraz kararsızdı ama Mesut'un en büyük hayali idi. Vazgeçemezdi. Bunlara dalmış tabağındaki annesinin zorla koyduğu zeytinlerle oynuyordu. Hilmi beyin sesi ile kendine geldi. "Sınavından geçmiştin demi,yani kesin gideceksin oğlum."diyordu adam. Mesut artık sıkılmıştı bu ilgili baba rolünden. Bıkkınca "Evet baba,kesin gideceğim bir sıkıntı çıkmazsa."diye cevap verdi.
Mesut babasının onlarla ilgilenmediğini düşünüyordu sadece babalık görevi yaptığını yani ama aslında Hilmi Bey işlerin yoğunluğundan ve gerçekten çok çalıştığından dolayı çocuklarına zaman ayıramıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Saksıda Ki Mutluluk
General FictionBazen gördüğün bir rüya ile hayatını şekillendirebileceğini görmüştü Mesut.Çünkü o çok özel bir rüya görmüştü. "Çocuklar rüyalar bizim bilinçaltımızın bize oynadığı oyunlardır.Hatta bazen o kadar ileri giderler ki aslında bazen hatırlamayacağımız...