Koş, koş, koş! Sen bir korkaksın, hatta dünyanın en korkağı! Kaç! Durma, kaç! Dünyanın sonuna kadar kaç! Telafi edemeyeceksin. 'O' senin yüzünden...
Hayır! Yapabileceğim bir şey yoktu! Onlar... çok güçlülerdi. Durduramazdım, engelleyemezdim. Tek çarem kaçmaktı.
O sana öyle bakarken... sen kaçtın. Arkana bile bakmadın. 'O' sana bakıp yardım isterken sen...
Yapabileceğim bir şey yoktu! Hiçbir şey... hiçbir şey yapamazdım!
...
Ben... Ben... Ben... Bilmiyorum. Sadece kaçtım. Kaçmam gerekliydi. Yoksa beni öldürürlerdi. Oradan çıkmalıydım, kaçmalıydım. Gerçekten... ben bir korkağım. Tek yaptığım kaçmak! Yaşamaktan başka tek bir meziyetim bile yok.
Nereye koşuyorum? Bu karanlık gecede nereye gidiyorum? Onlardan uzaklaşmam için daha ne kadar koşmam gerek? Bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. Neden ölmüyorum ki? Ölsem, bu cehennemden kurtulabilirim. Zaten ölmeyi de çoktan hak ettim. Benim gibi bir korkak ölse bile kimsenin umurunda olmaz. Sadece ormanda yaşayan hayvanlar sinirlenir cesedime, o güzelim ormanı kirlettiğim için. Nehre atlasam da balıklar kızar bana. Tek yaptığım dünyada yer kaplamak. Neden ölmüyorum ki ben? Neden hala istekli değilim ölmeye? Neden hala yaşamak istiyorum? Bilmiyorum. Sadece koşuyorum. Çünkü koşarsam, ölmem. Onlardan kaçarsam, beni öldüremezler. 'Onu' ardımda bırakırsam ölmem. O ... Ben ölmem.
Ne kadar koştuğumu bilmiyorum. Saatlerce devam ettim. Kıyafetlerim yırtılmış ve parçalanmıştı. Ayakkabılarımın tabanı saatler önce kopmuş, ayaklarımı korumasız bırakmıştı. Bunun sonucunda da ayaklarımın altı yaralarla kaplanmıştı. Durmadan zonkluyor, her iki ayağımdan da kanlar akıyordu. Ne yapmam gerekliydi? Nereye kaçmam, daha ne kadar koşmam gerekmekteydi? Aslında koşmak bile sayılmazdı bu yaptığıma. Zar zor ilerliyor, 2 büklüm bir halde koşmaya çalışıyordum. Yorulmuş, acıkmış ve susamıştım. Durmak istiyordum, durmak ve dinlenmek. Ama durmuyordum. Korkaklığım durmama izin vermiyordu. 'Belki takip ediyorlardır' düşüncesi beni o kadar korkutuyordu ki durmuyordum.
Ben koşmaya devam ederken hava yavaşça aydınlanıyordu. Ama aynı zamanda etrafımı bir sis kaplamaya başladı. Sis gittikçe yoğunlaşıyordu. Koşmam gerektiğini hissediyordum. Bu sisin içinden çıkmalıydım. Hızla buradan kaçmam gerekliydi, sisten ve arkamdakilerden. Koştum. Artık etrafta ağaç bile yoktu. Çorak bir dağa çıkıyordum. Ancak görüş mesafem 1 metreyle kısıtlıydı. Sis her şeyi kaplamıştı. Kayalık dağa tırmanmak beni o kadar çok zorlamıştı ki yere yığıldım. Halsizlikten kolumu bile kaldıramadım. Hareket edemeyince de tek çarenin uyumak olduğunu düşündüm. Yanılmıştım.
Uyandığımda tüm vücudum ağrıyordu. Zar zor oturma pozisyonu aldım. Sis hala yoğundu. Hiç bir şey görünmüyordu. O an fark ettim ki dağda hiç ses yoktu. Ne bir kuş cıvıltısı, ne bir taş takırtısı, ne de bir rüzgâr uğultusu, hiçbir şey. Ayağa kalkmam gerekliydi. Arkamdan geliyor olabilirlerdi. Ama o an bunu da unutmuştum. Orası gözüme dünyanın en korkutucu yeri gibi geldi. Sadece 1 metre önümü görebildiğim bir yerde, hiç ses duymuyordum. Yanımdaki taşlardan destek alarak ayağa kalkmaya çalıştım. O anda kulağıma bir ses geldi.
"Kardeşim, burada bir insan var!" Bir erkek sesiydi bu. Çıkardığım sesler yüzünden ne dediğini anlayamamıştım. Ancak bir ses duyunca ürkmüş ve "Kim var orada?" diye bağırmıştım.
"Buraya canlılar girmez. İnsanlar ise o zamandan beri gelmez oldular." Bu ses de bir erkeğe aitti. Diğerine göre çok daha gür ve kabaydı. Açıkçası korkmuştum. Yerimden bile kıpırdamadım. Onlara seslendiğimi duymamış olmalılardı. Bu kadar yoğun bir siste de ses çıkarmazsam beni bulamazlardı. Böylece tehlikeyi atlatabilirdim. En azından ben öyle düşünüyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Paku
Fantasyİsmim Paku. Sadece Paku. Basit ve bir o kadar saçma bir isim, hatta baya saçma. Ancak bilinmelidir ki basitlik korkutucudur ve saçma olan her şey içinde bilinmezlik taşır.