Mağaradaki olaydan sonra, sayabildiğim kadarıyla kırk altı gün geçti. Hava daha da ısındı. Arada bir sıcak havayı biraz olsun rahatlatan bir yağmur yağıyor, o da fazla güçlü olmuyordu. Tabii bir buçuk aylık bir süre geçtiğinden mevsimin değişmesi gayet doğaldı.
Bu sürede yaşadıklarımı tahmin edebilirsiniz. Kan, vahşet, acı dolu günler... Ancak her geçen gün bu tür şeylere karşı direnç kazanıyordum. Gördüğüm görüntülere karşı verdiğim abes tepkiler değişti. Artık sadece iğreniyordum, dışarıya yansıtmıyordum. Hatta son zamanlarda o bile olmuyordu.
Ayının ölüsünü parçalara ayırıp sise götürdükten sonraki sabah, uyandığımda, tabiri caizse motoru bozmuş haldeydim. Meğerse yaban meyveleri fazla tüketildiğinde isal yapıyormuş. Üç gün kadar ölü gibi dolaştıktan sonra ancak düzelebildim.
Sana bakacak biri olmadığında hasta olmak çok zormuş. Yemeğimi getirecek, su verecek, elimi tutacak kimsem yok. Acınası bir yalnızlık içindeyim. En azından iki görünmez var, diye düşünmeye başladım. Tehlikeli ve gösterdiğim en ufak zayıflık anında beni katledebilecek vahşilikte olsalar da, en azından yanımdaydılar. Hasta olduğumu görüp "Burada kal. Biz sana bakarız." Demişlerdi. Burada uyuyacağıma hasta halimle bir ayıyla güreşmeyi tercih ederdim. Belirtmeliyim ki geçen kırk altı gecenin bir tanesini bile sisin içinde geçirmedim, tek bir geceyi bile.
Ormanda ilginç şekilde çok hayvan var, sisten uzaklaştıkça fark ettim bunu. Tabii av çok olunca avcı da çok oluyor. Bu ormanın en kalabalık ve en tesirli avcısı da kurtlar. Sise yakın yerlerde hepsinin kendi bölgesi var. Sisten uzaklaşınca bölgeleri koruyan kurtların sayısı da artıyor. Ben ise sisten uzaklaşmamaya özen gösteriyordum. Ne de olsa bir kurt sürüsü, tek bir tanesinden çok daha tehlikeliydi.
Kırk altı günlük sürede, avdan çok avcıları avladım. Görüşlerim değişti. Bir avın peşinden koşmaktansa bir avcıyla savaşmanın daha tehlikeli ancak o nispette kolay olduğunu düşünmeye başladım. Öyleydi de. Kurdu kendime çekmem için geceyi beklemem ve etrafta dolaşmam yeterliydi. Sisten çok uzakta değilsem zaten kurt tek başına geleceğinden tehlike minimum düzeyde oluyordu. Yine de kurt, güçlü bir rakipti ve yenmek için tehlikeye göğüs germek gerekliydi. Benim için, gerçekten zordu. Geceleri bir ağaç kovuğunda titremektense, bir kurda karşı savaşırken korkudan altıma yapmayı tercih ederim.
Evet, önceki dediklerime katılıyorum, kurtlar korkunç mahlûklar. Ancak ne kadar korkunç olurlarsa olsunlar her gün karşı karşıya kaldığın vakit, alışıyorsun. Çok doğal gelmeye başlıyor.
Geceleri, ayıyla savaştığım mağarada uyuyordum. Kendime, yapraklardan bir yatak, odun kabukları ve taşlardan da iki tarafıma rüzgârlık yapmıştım. Görünüşü çirkin ve çok ilkeldi, ama idare ederdi.
Hasta olduktan sonra o yaban meyvelerini bir daha yemedim. Hatta dokunmadım bile. Onun yerine avladığım hayvanı görünmezlere vermeden önce bir kısmını kendime alıyordum, genelde en etli yerlerini.
Avlanmak, uyumak ve yemek yemek dışındaki en büyük aktivitem düşünmekti. Ne yapacağımı düşünüyordum. Neler yapabileceğimi... Yeteneklerimi... Neden yaşamam gerektiğini... Yalnızlığımı... Fakat her seferinde müthiş bir boşluğa düşüyordum. Çabalarım nafileydi. Ne kadar düşünürsem düşüneyim, zihnimi ne kadar zorlarsam zorlayayım yaşamak için bir sebep bulamıyor, kendimle ve yalnızlığımla baş başa kalıyordum.
Yalnızlığın getirdiği acı ve keder, beni bedbahtlığa/karamsarlığa sürükledi. Bunun sonucunda sahip olduğum tek şeye, yani iki görünmeze tutundum. Onlardan korkmayı zaten ilk ayın sonunda bırakmıştım. Hala onlara karşı temkinli olsam da biraz olsun içimde sevgi kırıntısı oluşmuştu. Onların, getirdiğim avları parçalayıp öğütmesini izlerken, bunun, hayatımda gördüğüm en korkunç manzara olduğuna emindim. Ancak onlarla konuştuğumda rahatlama imkânın çok az da olsa kavuşuyordum. Tekrar hasta olduğumda bana gerçekten bakacaklarını hissediyor, buna gerçekten inanmaya başlıyordum. Belki de onlar gerçekten güvenebileceğim mahlûklardı. Sonuçta, kırk altı gün ömrümüzle kıyaslandığında oldukça kısa görünse de yalnız kalmak için çok ama çok uzun bir süreydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Paku
Fantasyİsmim Paku. Sadece Paku. Basit ve bir o kadar saçma bir isim, hatta baya saçma. Ancak bilinmelidir ki basitlik korkutucudur ve saçma olan her şey içinde bilinmezlik taşır.