-8-

625 55 43
                                    


İlk defa yalnız olduğum yemekhanede, yemeğimi yerken bir yandan da kulağımdaki kulaklıklar sayesinde telefonumdan müzik dinliyordum. Konuşacağım kimse olmadığı için müzik dinlemek şu andaki en güzel seçenekti.

Koluma bir şeyin değmesi ile elimdeki sandeviç ve ağzımdaki sandeviçin parçası ile o tarafa gördüm. Bana çok tanıdık gelen  biri gülümseyip kulaklıklarımı gösterdi. Bir elimi yanımdaki peçetelerden birine sildim ve kulaklığımın tekini çıkardım.

"Selam, şey..sana birkaç kere seslendim ama müzik dinlediğin için duymadın sanırım." Kafamı yukarı aşağı sallarken soran gözler ile ona bakmaya başladım. Sonunda bakışlarımdaki 'sen kimsin?' hissini anlamış olmalı ki, eli ile alnına vurup gülümsedi ve elini uzattı.

"Pardon, ben kendimi tanıtmayı unuttum. Kim Jungwoo ben, geçen gün arkadaşın ile arkadaşım kavga etmişti." Uzattığı elini az önce peçete ile sildiğim elim ile sıkıp kafamı salladım. "Demek bizim küçük Jisung'a hesap soran kişinin arkadaşısısın." Dediğim şey ile kafasını salladı ve gülümseyerek "Chenle, Zhong Chenle. Arkadaşımın ismi." dedi. Duyduğum isim ile ilk şaşırsam da sonrasında geri normale döndüm. Demek o değişik Korece'sinin nedeni, Çinli olmasındanmış.

"Neyse, ben sana bir şey soracağım. Chenle, Jisung'un numarasını istiyor, bu yüzden sana sormamı söyledi. Kendisi biraz çekiniyor da." Utangaç bir şekilde gülümsediğinde tek kaşımı kaldırarak "Neden istiyor ki ?" diye sordum. Dudaklarını birbirine bastırarak "Sanırım o geceki davranışı yüzünden özür dilemek istiyor, karşısına çıkamayacak kadar utandığı için telefondan aramayı düşündü." dedi.

Dediklerinden sonra bir süre daha ona şüphe ile baksam da, bu hindistan cevizi kafalı çocuk sinsi bir çocuğa benzemiyordu. Telefonumu çıkarıp Jisung'un numarasını açtım ve ona gösterdim. Hemen kendi telefonuna numarayı kaydetmiş ve kafasını kaldırıp bana bakmıştı. Gözüm çene kısmında bulunan çamur gibi bir lekeye takıldığında elim ile oraya gösterip "Şuranda bir şey kalmış." dedim.

Eli ile hemen çenesini ellemiş ve oradaki şeyin ne olduğunu aladığında gülümseyip elini havada iki yana sallamıştı. "Önemli bir şey değil, bölümümden kaynaklı genelde böyle pis pis geziyorum işte, heykelcilik bölümünde okuyorum da." diye cümlesini bitirdiğinde kafamı yavaşça yukarı aşağı salladım. Hemen ardından bana teşekkür ederek yanımdan kalkmıştı.

Tekrardan yalnız kaldığımda derin bir nefes alıp yemeğime geri dönecektim ki, elimdeki sandeviçin birden yok olması ile ağzım açık bir şekilde kalmıştım. Gözlerim sandeviçin gittiği yeri takip ettiğinde bu sefer tanıdık bir yüz görmem ile derin bir nefes verip havada olan ellerimi indirdim.

"Vayyhh ! Bunun içine ne koydun böyle, çok güzel tadı." Yüzüme sinirli bir gülümseme yerleştirip karşımdaki Sapık Herife baktım. Benim sinirlenmem umrumda değilmişcesine hunharca benim sandeviçimi yemeğe devam ettğini gördüğümde yüzümdeki gülümsemeyi silip ayağım ile sert bir şekilde oturduğu sandalyenin ayaklarından birine vurdum. Birden vurmam ile dengesini kaybettiği için ellerini kavaya kaldırmış dengesini sağlamaya çalıştığını gördüğümde bir eli ile tuttuğu sandeviçimi tutup kendime çektim.

Son anda dengesini sağlayabilip düzgün bir şekilde durduğunda elimdeki sandeviçi gülümseyerek salladım ve bir ısırık aldım. Dudaklarını yalayıp gülümseyerek yüzüme baktı ve sandalyesinde geri yaslandı. "Benim sandeviçim !" Ağzımdaki lokmayı yutup sandeviçimi kendime çekerek konuştuğumda yüzündeki gülümseme daha da genişledi.

"Neyse, sana bir şey söyemek için geldim." Ellerini saçlarına atarak konuştuğunda kafam ile devam etmesini işaret ettim. Saçlarındaki ellerinden birini masaya koymuş, birini de bacağına koymuş bir şekilde "Bir hafta sonra okulun birinin atletizm takımı ile antrenman maçımız var. Belki sen ve arkadaşların gelmek ister diye düşünmüştüm." dedi.

Sports & Arts High School | jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin