Öyküde hiçbir karakterin isminin olmaması olayın Türkiye dışında bir ülkede gerçekleşmesi. hangi ülkede gerçekleştiği açısından da bir hüküm süremiyorum. aslında savaş dünya genelini kapsayan bir sorundur. öykünün yaşandığı yeri nerede hayal ederseniz orada olsun. insan kalın, iyi okumalar.
Kenarları çürümüş, camları çatlayacak gibi duran penceresinden dışarıya bakıyordu. Ama yalnızca bakıyordu. Yorgun bedenini -yılları taşımış- koltuğuna nasıl bıraktığını bile hatırlamıyordu. Enkazlar şehrin her tarafını sarmıştı. Fakat herkes gibi o da pencerelerden bakıyor, görmüyordu. Yaralı kuşlar havalardan süzülüyor, umutlar tükeniyordu. Yorulmuştu, bu yorgunluğu sadece hissediyor, sebebini bilmiyordu.
"Anne, çiçeklerin neredeyse solmuş. Onları suladım bugün. Neden bakmıyorsun artık onlara?" her şeye rağmen umutlu gözleri ile oğlu girdi içeriye. "ah, biliyorum. Bizim bile yaşayacağımız kesin değilken onların yaşamasını bekleyemeyiz ama eğer bugünler gelip geçtiğinde, biz yaşarsak şayet onlar ölmüş olacaklar. Lütfen, onlara bakmayı ihmal etme." Annesine umut dolu bakışlarını çevirdi. Genişçe gülümsedi. Sanki ruhu ıstıraplar içinde değilmiş gibi. Cayır, cayır korkular içinde yanıyorlardı. Aslında her gün ölüm nefes kadar yakınken öleceklerini bilmek neden bu denli korkutuyordu onları? Kafasını kendi kendine hayır anlamında salladı, annesine döndü. "Yemek hazırladım sana. Dinlen biraz, yersin."
Kadın kafasını cama çevirdi. Artık onlar yaşasınlar istemiyordu ki! Onlar yaşadıkça umutla doluyordu içi ama istemiyordu umutları falan. Kalbinden taşan sevgileri de avuçlarından çöpe atıyordu artık. Dört yanı sevgisizlikle çevrilmiş bu ülkede birilerine veyahut bir şeylere verecek sevgisi olsun istemiyordu. O çiçekleri yaşatması, onları sevdiğini göstermez miydi? İstemiyordu.
Televizyondan bakanın sesi yankılandı. Halkın dikkat etmesini, evlerden gerekmedikçe çıkılmaması gerektiğini savunuyordu. Fakat bu savaşlardan onlar etkilenecekler miydi? Hayır! "rahat yaşamlarınızdan ufacık çıkıp biraz halimizi alsanız yaşantınıza, o zaman da ölmemek bu kadar kolay anlatılan bir şey mi, anlardınız." Bir gözyaşı aktı kadının yanağından. Korkuyordu, deli gibi korkuyordu daha yaşayacağı şeyleri yaşayamadan ölmekten. Puslanmış cama yanaştı. Titreyen parmaklarını uzattı. "siz ne bilirsiniz ölmeyi, yüzerken yaşam içinde?" yazdı. Altına ekledi, "ölmekten değil, çiçeklerimi büyütememekten korkuyorum." Saatin sesi tekrar kulaklarına iliştiğinde artık uyuması gerektiğini fark etti. Kafasını tekrardan buğulu camlara çevirdi ve ayaklandı.
.
Sabah uyandığında dışarıda bir telaş vardı. Aşağıya indi. Pencereden dışarıya baktığında insanların çoğu meydana inmiş, bağır bağır adaleti haykırıyorlardı. Peki, onları dinleyen kim? Birkaç gazetecinin yazdığı, nadir gazeteleri okuyacak insanlar. Onlar da sadece okuyacaklardı. Boşuna gürültü gibi geldi bir an kadına. Ama olması gereken de buydu. Birilerin bu iç savaşları durdurması gerekiyordu. Neden kardeş kardeşi öldürürdü ki? Öldürüyordu. Haklı ya da haksız yoktu bu olayda. Herkes haklı veya haksızdı. Pencere kenarından çekildi kadın, bu kargaşayı artık kaldıramıyordu. Tüm ülkeyi inkisarları sarmıştı. Konuşan içeride, susan mezardaydı. Ve burada yaşamak yasaklanmıştı.
"Annecim, iyi misin? Solgun görünüyorsun." Oğlunun sesi ile irkildi kadın. "yok, hayır. İyiyim sadece düşünüyorum bu olan olayları da, olan en çok çocuklara oluyor. -tekrar pencere kenarına gelerek eli ile taşlarla oyun oynayan çocukları gösterdi- baksana, ellerinden oyuncaklarını alıp taşları vermişler. Ama onlar yine de oyun oynuyor. Sebebini düşünüyorum sonra, neden bu haldeyiz? Cevabı yok biliyor musun? Bu savaşların, bu hastalıkların, bu yoksulluğun nedeninin cevabı yok. Ama her şey bittiğinde, aslında hiçbir şey değişmemiş olacak. Bazıları yaşamanın kıymetini anlayacak, bazıları zaten yaşayamıyordu." Oğlu kafasını salladı. "Haklısın anne. Aslında cevaplar çok basit biliyor musun? Birileri yüreklerini yitirdi. O yüreğini yitiren insanlar, yüreğini yitiren insanlar yetiştirdi. Ve sonuç, barışın kılıcı var savaşın güvercini." Oğlu sözünü bitir bitirmez annesine sarıldı. "geçecek, hepsi. Biz çiçeklerimizi yaşatmaya bakalım."
"Ama dünyanın düzeni değişmeyecek. Yıllar sonra ansızın bombalanacak kapılarımız. Ansızın öldürüleceğiz bir hiç uğruna. Ölüm ne kadar nefes almak kadar bize yakın olsa dahi birileri daha zengin yaşasınlar diye ölmek istemiyorum. Zenginlik paradan ibaret olsun istemiyorum," dedi kadın. Sesi yükselmişti. Sesinde haykırış vardı, sesinde sesleniş vardı. Oğlundan ya da bu hükümetten daha çok kendine sesleniyor gibiydi. "Neyse," deyip çıktı odadan kadın. Arkasından oğlu. Yemek yerken ikisi de sessizdi. Konuşmak istiyorlardı aslında. Ama ikisi de ağlayacak kıvamdaydı. Ciddi bir haksızlığa uğruyorlardı. Bunun acısı... Kızgındılar, öfkeliydiler.
.
Kadın yine akşamın soğuğu ile camları buğulaşan pencerenin önündeydi. Dün yazdığı kelimelerin üstü yeni buğularla kapanmıştı. Kollarını göğsünde birleştirdi, oturmadı. Sabahki gürültülerin hepsi durgunlaşmıştı. Sokaklardaki telaş evlere çekilmişti. Kuru gürültüler beyinlere geri girmişti. Korku, herkesin ağzında atıyordu lakin kimsenin kenara olanları izlemeye niyeti yoktu. Sabah telaş yine evlerden dökülecekti.
Buğulu camlarda ellerini gezdirirken elleri titredi birden. Arkasını döndü, boyalarına ve fırçalarına baktı. Bir an sokaklarda hakkını arama isteği ile dolup taştı. Öyle bir arzuydu ki bu sabahki insanların tamamının telaşı bedenini sarmıştı. Hızlı hızlı hareket ederek eşyaları topladı. Aklına gelen çiçekleri için de bir şişe su aldı. Öce çiçeklerini suladı sonra karalanmış duvarlara ilerledi. Boş bulduğu bir duvara, "siz daha rahat yaşayın ve zengin olun diye ben ölmek zorunda değilim" yazdı. Bir diğer duvara, "her yoksul insanın sorunu devlettin sorumluluğudur," yazdı. Onun aşağısına ise " bu kavga bitecek, tekrar kardeş olacağız" yazdı. Yazdıkça mutlu oldu. Ve bu yazıların üstünü buğular kapatmayacaktı.
.
Birkaç gün sonra kavgalar şiddetini arttırmıştı. Sokaklarda kan kokuları, sokaklarda risale yaprakları geziniyordu. Kadın gene penceresinden insanların perişanlığını izledi. Oğlu da çiçekleri sulayıp yanına geldi. Bugünün telaşı dünlerden ziyade fazlaydı. Kadın oturdu sonra. Akşama kadar dışarıyı izledi, ta ki cam tekrar buğulaşana kadar. Fırçalarını ve boyalarını aldı. Odadan dışarıya çıkacağı sırada kapı çaldı. Çok şaşırdı. Kimse gelmezdi ki evlerine. Kapıyı açtığında taşa bağlanmış bir kağıt buldu. "öleceksiniz, hepiniz direndiğiniz bu yolda" yazıyordu. Önce korktu. Sonra kim ne yapabilir dedi. Yapacak olsalar korkutmak yerine yaparlardı diye düşündü. Gene de çıktı sokağa. Sadece, "bu savaşta kazanırsak hepimiz kazanacağız, kaybedersek hepimiz kaybedeceğiz" yazdı. Eve girerken çiçekleri sulamak istedi fakat içinden gelmemişti
.
Aradan bir hafta kadar bir süre geçti. Kadın neredeyse kapısına gelen kağıdı unutmuştu. Oğlu ile birlikte yemek yiyorlardı. Bugün uzun süre sonra yapmadığı bir şey yaptı. Oğluna nasıl olduğunu sordu. Genç adam şaşırdı, ne cevap vereceğini bilemedi. "iyi hissediyorum sanırım, sen?"
"Bilmiyorum," dedi kadın. Gerçekten bilmiyordu nasıl hissetmeliydi? Akşama kadar uzun süredir konuşmadıkları her şeyi konuştular. Hatta güldüler, kahkahalarla güldüler. Eğlendiler. Sarıldılar birbirlerine sımsıkı. Bu sefer çiçekleri sulamayı kadın istedi. Buğulu cama ilerledi ilk önce. Silineceğini bildiği halde harfleri devirerek "kazanacağız" yazdı. İlk başta pencereden baktı çiçeklere. Hepsi tekrardan canlanmaya başlamışlardı. Sıcacık gülümsedi. Umutlanmıştı. Aynı zamanda bu savaşların olmadığı şad dolu günlere özlem duydu, göğsüne sığmayan bir özlem.
Kapıdan çıktığında onu baharın güzel havası karşıladı. Güzler çoktan düşmüştü göğe. Tekrar gülümsedi. Bugün hiç olmadığı kadar huzurlu hissediyordu. Çiçeklerini suladı. Birden arkasından gelen ses ile yerinden sıçradı. "Kaybedeceksiniz ve biz kazanacağız," dedi arkasındaki adam. Sonra bir namlu sesi geldi ardından. Çiçeklere kanlar sıçradı. Hissetmiş gibi solmaya başladılar sanki. Hava soğudu. Kadın duyduğu keskin acıya inat "kazanacağız, hepimiz," dedi. O an şiddetli bir yağmur başladı. Kadın son gücü ile penceresine baktı. Buğuların yerini yağmur damlaları almıştı ve yazı daha sabahı bekleyemeden silinmişti. Oğluna son sarılışını hatırladı, ne sıcaktı. Hissettiği son sevgi, özlem ve nefreti ile kapattı gözlerini.
Çiçekler sallandı şiddetli rüzgar ile. Kanlar etrafa saçıldı. Gece sessiz sedasız aktı. Kentin eskicisi geldi, kadının umutlarını ve sevgilerini aldı, gitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
18.09
Short StoryRahatsız olduğum konuları öykü şeklinde anlatmamdan oluşmuştur. Eleştiri içerir, anlayana. Bazı insanların zamanları durmuştur. Nefes alırlar ve saatler işler ama onların zamanları işlemez. Dünleri bugünlerine, yarınları dünlerine benzer. Bu insan...