2.Portre

295 49 3
                                    

"Jungkook çarşafı yere değdiriyorsun, kaldır çabuk!"

Apar topar ucundan kurtardığım büyük çarşafı var gücümle havada tutmaya çalıştım. Evde geçirdiğim birkaç haftadan sonra her türlü ayak işinde kullanılır olmuştum, Adelbert'e göre bu olası bir şeydi, şikâyet etmemeliydim. Benim fikrimi soran olursa başka seçeneğim olmadığından yapmak zorunda olduğum bir görevdi. Evin yaşlı temizlikçisi Belinda, küçük bir yardıma ihtiyacı olduğunu söyleyerek beni kandırmış ve tüm malikânenin çarşafını bana astırtmıştı. Ben çarşafları düzgünce asmaya çalışırken yaşlı kadın oflayarak elindeki tahtayı çarşaflara vuruyordu.

"Bu boyaların çarşaflardan çıkması imkansız, mecbur yeni çarşaflar alınmalı. Bıktım bu lekelerden!"
"Kalbimi kırıyorsun Belinda..."

Park Jimin eli belinde bahçe kapasından gülerek Belinda'ya bakıyordu. Belinda ise utanarak başını öne eğdi. Ben ise istemeden de olsa küçük bir gülüşü havaya bırakmıştım.

"Özür dilerim efendim, mazur görün..."

Yaşlı kadın genç efendinin önünde süt dökmüş kedi gibi olunca Park Jimin ise kafasını kaldırması için küçük bir parmak hareketi yaptı.

"Belinda, yardımcın Jeon Jungkook'u izninle yanıma alıyorum. Çarşıda alışverişe çıkacağım, eşyaları taşıyacak biri lazım."
"O nasıl söz efendim, izin tabii ki size aittir."

Bunun üzerine Park Jimin gülümseyerek bana baktı.

"Jungkook hazırlan, birazdan malikâneden ayrılıyoruz!"


Kafamla kendisini onayladıktan sonra üstümü değiştirmek için koşar adım odama yönelmiştim. Park Jimin'le çok fazla konuşmuşluğumuz yoktu, kendisini sadece yemek saatlerinde aşağı sofraya davet etmek için odasına gittiğimde görüyordum. Çoğu zaman yemeğe inmeyen bu adam kendini tamamen tablolarına adamış gibiydi. Bazen ev içinde bir işten diğerine koşarken beni görüyor ve dostça gülümsemeyi ihmal etmiyordu. Öyle zamanlarda ise sanki başım dönüyor, vücudum aniden ateşli bir hastalığa düşmüş gibi yanmaya başlıyordu.

Üstümü giyinip Adelbert'in benim için diktirttiği asil görünümlü paltolardan birini de elime alarak Park Jimin'in yanına koştum. Kendisi çoktan hazırlanmış, at arabasının yanında ince purosundan uzun nefesler alıyordu. Beni görünce purosunu kapıda bekleyen başka bir hizmetliye uzatmış ve kendisi için açılan kapıdan içeri girmişti. Onu taklit ederek arabaya geçtiğimde uzun bir sessizlik hâkim olmuştu.

Bir süre daha sessizlik devam ederken ben de Park Jimin'i izleme fırsatı edinmiştim. Başına yerleştirdiği oldukça derin siyah şapka beyaz yüzünü olduğundan da beyaz göstermişti. Üzerine büyük gelen siyah tüylü paltosu ve gümüş takıları ile sanki bu döneme ait değilmiş gibiydi. Yüzünde düşünceli bir ifade vardı. Biraz uzun süre bakmış olmalıydım ki Park Jimin ile gözlerimizin buluşması pek uzun sürmedi.

"Ne oldu Jungkook?"

Aklıma gelen ilk mantıklı soru ile cevap verdim.

"Çarşıda ne alacaksınız acaba efendim?"

O ise gülümseyerek bana baktı.

"Boya ve tuval lazım, yeni tablolar için..."

Ben de gülümseyerek kendisine karşılık verdim.

"Gerçekten çok çalışıyorsunuz efendim."

O ise sanki komik bir şey söylemişim gibi bir süre güldü sonra eliyle ağzını kapatarak genç bir hanımefendi gibi gülümsemesini gizlemeye çalıştı.

"Sadece kendimi ifade etmeye çalışıyorum... Gel gör ki buna ne tablo ne de boya dayanıyor..."

Ne anlama geldiğini çok sonra öğreneceğim bu cevap beni hem şaşırtmış hem de bir süre düşündürmüştü. İnsanlara bu kadar anlatmak istediği ne olabilirdi ki? Resimle insan kendini anlatabilir miydi? Bu soruların bir cevabı olduğundan bile emin değildim ama endişeyle yüzüne baktım. O ise daha yumuşak bir ifadeyle bana bakarken bacak bacak üstüne attı.

The Last Portrait ° JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin