18.Portre

138 33 21
                                    

"Barnabe'den güzel haberler aldım, bizim için her türlü hazırlığı yapmakta olduğunu söylüyor."

Park Jimin taş yolda yürürken elindeki mektubu da sallamayı ihmal etmiyordu. Barnabe'nin mektubu onu mutlu etmişti, yüzünde yumuşak bir gülümseme ile çevreyi izliyordu. Ben de ona gülümsedim, zamanla en az Park Jimin kadar ben de burayı terk etmek ister olmuştum.

Şehirde küçük bir tur atarken aklımı akşam gelecek olan misafirler meşgul ediyordu. Uzun süredir Park Köşkü'nde kimseyi ağırlamamıştık, bu durum beni biraz düşündürüyordu. Ne oldu da bu insanlar bir anda Park Jimin'in ziyaretine gelmek istemişti ki? Gerçi ziyaret bahsi iş ve toprak mevzusuydu ama yine de çıkan kötü unvanımızdan sonra bu şaşırtıcı bir durumdu. Park Jimin'e bunun konusu açmak için yönelmiştim ki sokakta koşuşturan bir çocuk aniden Park Jimin'e çarpıp yere düştü. Küçük çocuk o kadar hızlı koşuyordu bizleri görmemiş ve öylece yere düşmüştü.

Park Jimin gülümseyerek küçük çocuğu kolundan tutup kaldırdı. Dizlerinin üzerine çöküp de çocuğun boyuna erişince eliyle sarı kâküllerini geriye attı.

"İyisin değil mi?"

Sarışın çocuk şaşkınlık ve merak içinde Park Jimin'e bakarken onaylarcasına başını salladı. Tam bu sırada ne olduysa oldu ve genç bir kadın panik içinde çocuğu kendinden tarafa çekerek azarlamaya başladı. Azarlaması biter bitmez bizlere uzun bir bakış attı ve hiç beklemediğim o cümleyi Park Jimin'e çekinmeden kurdu.

"Oğlumdan uzak durun lütfen."

Park Jimin ve ben şaşkınlık içinde kadına bakarken küçük çocuk ise bir annesine bir bizlere bakıyordu. Park Jimin yavaşça yerden kalkıp üstünü silkeledikten sonra kadına bakmaya devam etti.

"Sizi anlayamadım hanımefendi?"
"Oğluma yaklaşmanızı istemiyorum."
"Oğlunuz yere düşmüştü ve kalkmasına yardım ettim, teşekkürünüzü böyle mi sunuyorsunuz?"
"Kendi de kalkabilir yerden, siz bahanelerinizi kendinize saklayın! Oğlum sen de çabuk eve dönüyorsun düş önüme!"

Kadın oğlunu itip kakarak önünde yürütürken bizlere de korkunç bakışlar atmayı ihmal etmiyordu. Anın şaşkınlığı ile Park Jimin'le birbirimize bakarken kadının söylenmeleri de önce kulaklarımıza sonra kırık dökük kaldırım taşlarının aralarına doluyordu.

"Ya o adam sana bir şey yapsaydı? Böyle sapık kimseler varken çocuklarımızı da sokağa salamayacağız..."

Duyduğum şey ile kanım donarken Park Jimin ise bembeyaz kesilmişti. Arkamızdan ettikleri bin bir çeşit küfre tanık olmuş kulaklarım, böyle mide bulandırıcı bir iftirayla hiç karşılaşmamıştı. Park Jimin uzun bir süre kadına bakılı kalsa da yavaşça koluna girdim.

"Efendim, isterseniz..."
"Bir şey demenin lüzumu yok Jungkook, kimseye bir şey açıklamak istemiyorum."

Park Jimin'in sabahki mutluluğu taş olmuş da parçalanmış gibi yüzünden bedenine dağılırken ben de ister istemez onu izliyordum. Parlak siyah saçları hafifçe yüzüne düşünce hafifçe gülümsedi.

"Bana ne dediğini duydun değil mi Jungkook? Bu insanlar beni ne sanıyor?"

Bir şey diyemedim, normalde susacağım bir konu da değildi ama şu an o kadınla tartışsaydık tüm kasaba o iftiracı annenin yanında olacağına kutsal İncil üzerine yemin edebilirdim. Bu gerçeğin ağırlığı dilime dolanırken ben de ister istemez sessiz kalıyordum.

Çarşıda konuşmadan geçirdiğimiz bir saatin sonunda Park Jimin el yazımı kitaplar satan bir tüccarın küçük dükkânı önüne adımladı.

The Last Portrait ° JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin