17.Portre

132 35 13
                                    

Baharın getirdiği ılık esintiler yüzümü okşarken bahçedeki filizlere elimi uzattım. Çiçekleri incelediğimi gören Arno eliyle selam verdikten sonra önündeki kökleri isteksizce toprağa yerleştirdi. Onu izlediğimi fark etmiş olmalı ki alnındaki terleri silip gülerek bana döndü.

"Efendim, biliyorsunuz şu papatya meselesi... Çiçeklerin tohumunu ektim ama çıkacağını hala düşünmüyorum."
"Doğruyu söylemek gerekirse Arno, ben de düşünmüyorum."

Arno ile birkaç saniye birbirimize baktık. Onunla Conrad ile olduğum kadar yakın değildim, o yüzden papatya ekme bahsinden beri kendisiyle gerekmedikçe hiç konuşmamıştım. Ben ve Park Jimin'inin arasındaki ilişkiyi Conrad'a şüpheli bir şekilde bahsettiğini duyduğumdan beri beni sevmediğine dair bir düşünceye kapılmıştım.

Arno verdiğim cevaba biraz güldükten sonra işine geri döndü.

"Tanrı isterse eğer, belki bu bahçe tekrar çiçeklenebilir."
"Sahiden mi?"
"Tabii ki. Tanrı "Ol!" derse her şey olur."
"Peki ya Tanrı papatyaları önemsemiyorsa?"

Arno, yüzünde kuşkulu bir ifade ile bana döndüğünde ben de ne demek istediğimi tam bilmiyordum. Bir süre onun yüzüne baktıktan sonra ortamı yatıştırmak için hafifçe gülümsedim.

"Demek istediğim... Belki de Tanrı bizleri düşündüğümüz kadar önemsemiyordur. Bir çiçek açmak istediği için açıyordur ve belki de Güneş doğması gerektiği için doğuyordur."
"Çiçeğin açmak istemesi de Güneş'in her gün tekrar doğması da Tanrı'nın mucizesi değil de nedir?"
"Tanrı'nın mucizesi olduğu nettir ama ya Tanrı, kurulu bir saat gibi Dünya'yı da kurup gittiyse?"

Arno dediklerimden epey rahatsız olmuş gibi bakışlarını önce toprakta sonra çevrede gezdirdi. Neden bu düşüncelerimi Arno ile paylaştığımı bilmiyordum veya neden böyle düşündüğümü de. Son zamanlarda aklımı kurcalayan binlerce sorudan birkaçı öylece dudağımdan çıkıvermişti. Park Jimin'le zaman geçirmek bana daha önce hiç bakmadığım şekilde dünyaya bakmayı öğretmişti. Daha çok sorgulamayı, varlığımıza bir anlam yüklemeyi onun sayesinde öğrenmiştim. Bu yüzdendir ki onun kederini artık daha iyi anlıyordum, varlığımızın bizlerin düşündüğü kadar da değerli olmadığını görmek insanı hayal kırıklığına uğratıyordu.

İçeri girmek için arkamı dönmüştüm ki Arno'nun bana seslendiğini duydum.

"Tanrı her zaman insanların yanındadır, Tanrı insanları bir başına bırakmaz!"

Arno'nun asi tavrı beni sinirlenmişti.

"Ya Tanrı öldüyse? Bizler onun yok oluşundan habersiz onun için yaşamamızı devam ettirip dualar okurken ya o çoktan gittiyse? Bizleri öldüğümüz zaman karşılayacak şey melekler değil de derin bir sessizlikse? Bunlar seni endişelendirmiyor mu?"
"Saçmalık!"

Arno ile kaşlarımız çatık bir şekilde birbirimize bakarken Conrad ve Park Jimin bahçeye girdi. Park Jimin gülümseyerek bize yaklaştı.

"Saçmalık olan da ne Arno?"
"Hiç, hiçbir şey efendim. İzninizle."

Arno apar topar topladığı eşyaları ile köşkün içine girerken ben de sinirle nefesimi havaya bıraktım. Aslında onu anlayabiliyordum çünkü eskiden ben de öyleydim. Hiçbir şey sorgulamadan kabul eden ve tüm kalbiyle Tanrı'ya bağlı bir insandım. Hala öyleyim de... Ama bir mucize aramak veyahut bir mesaj beklemek çok mu yanlıştı? Eğer o mesajı bulabilirse insan, ondan mutlusu olamazdı değil mi?

Ben gerginlikle topraktaki kuru çimlere bakarken Park Jimin de elini omzuma yerleştirdi, bugün keyfi yerinde gözüküyordu. Daha sonra Conrad'a gülümseyerek seslendi.

The Last Portrait ° JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin