last time

94 19 2
                                        

Bir hafta olmuştu. Senden haber alamadan geçip giden koca bir hafta. Yalnızca yedi gün bile akıl sağlığıma bu denli büyük bir tehditken, elimde sensiz bir sonsuzluk var şimdi.

Yollarımızın bir daha asla kesişmeyeceği bir yolculuktayız artık. Yolun sonu nereye çıkıyor bilmiyorum ama, sana çıkmayacağını biliyorum.

Bir haftanın sonunda aradın. Olumlu yahut olumsuz bir tahminde bulunacak kadar zaman bırakmadım kendime, anında koştum telefona. 'Alo' diye seslendiğimde, ne beklediğimi bilmiyordum.

Bir süre hışırtıları dinledim, yanlışlıkla aradığını dahi düşünmeye başlamıştım. Hayal kırıklığıyla telefonu kapatmaya davranacakken, çatallaşmasına ve kısılmasına rağmen güzelliğini yitirmemiş sesini bahşettin bana.

"Yoongi?"

"Buradayım."

Yine hışırtıları dinlerken, bu sefer sıkıntı etmedim. Sonuçta yanlışlıkla aramamıştın. Telefonunu cebinden çıkarmış, rehberde adımı bulmuş, arama tuşuna basmıştın. Bile isteye aramıştın beni sevgilim, düşünebiliyor musun?

"Buluşalım mı?"

Teklifini bir saniye düşünmeden kabul ettiğimde, yarım saat içinde her zamanki kafeye gelmemi söyleyip kapattın telefonu.

Telefonu açarken bir tahminde bulunmama engel olan heyecan, yeniden bedenimi sardığında bana ne söyleyeceğini, neden çağırdığını aklıma bile getirmedim.

Aynı heyecanla gittiğim yolun sonunda kafeye varabildim. Masamıza oturup gelmeni beklerken titreyen ellerimi ve bacaklarımı durdurmaya çalışmadım. Beni öptüğün zaman böyle titremezdim, çünkü o öpücüklerde kendinde olmadığını bilirdim. Oysa beni buraya çağırırken kendindeydin. Ve her zamankinden güzeldin.

Siyah kapüşonlu hırkan ve bol eşofmanınla karşıma otururken ne kadar solduğunu bir kez daha fark etmiştim. En sağlıklı zamanlarında da büyülenirdim güzelliğinden, başkası için ağlarken de. Bu sefer yapamadım. Gözümün önünde ölürken, güzelliğine hayran kalamadım.

"Nasılsın?"

İyi olduğumu söyleyip geçiştirdim. Değildim elbette. Birini bu denli sevseydin ona batan en ufak iğneden bile nefret etmenin nasıl hissettirdiğini bilirdin. Kaldı ki sen, hırkaların arkasına sakladığın kollarında kim bilir ne kadar büyük iğnelerin izini taşıyordun. Nefret ettim tenini delen her bir iğneden. O denli tiksindim ki ben sana karışamazken kanına karışan maddelerden. Hiçbirinin farkında değildin.

Sen nasılsın diye sormadım, biliyordum cevabı.

"Neden çağırdığımı sormayacak mısın?"

Kafamı salladım iki yana.

"Önemi yok ki, çağırdın sonuçta."

Dişlerini gösterecek kadar gülümsediğinde şiş gözlerin yine kısıldı. Sonra donuklaştı yüz ifaden, dalıp gittin bir yerlere. Hissettim o an, çektiğin bütün acıları. Seni bu hâle getiren her şeyi fark ettim. Çocuksu yanına, masum yanına aşık olmuştum belki. Ama acı çeken tarafını sevmiştim. Çünkü bu tarafın diğer bütün yanlarından daha gerçekti.

"Seni sevdiğimi biliyorsun değil mi?"

Küçük ellerini masanın üstünde usul usul titreyen kocaman ve çirkin ellerime yerleştirdin. Dediğin cümlenin dostça olduğunu bilmem, kalbimin ritimlerinin işitilecek kadar artmasına engel olmadı.

"Biliyorum."

Bu sefer kapalı ve daha yorgun bir gülümseme sundun.

O günü konuşarak ve kahkahalar atarak geçirdin. Ben ise dinleyip gülümseyerek. Eskisi gibi, hiç eskimemişiz gibi...

Günün sonunda ayrılacağımız yere kadar beraber yürüdük. Vedalaşırken normalde el sallar, gülerek bir iki adımı ters yürürdün. Bu sefer kollarını boynuma sardın. Elimi beline yerleştirdikten kısa bir süre sonra ayrıldın benden.

Hoşçakal dedin. Görüşürüz demedin.

Bakışların ölüydü. Gülümsemekten kısılmamıştı.

Ters ters yürümedin. Döndün arkanı ve yavaşça uzaklaştın.

O zaman anlamamıştım, şimdi anlıyorum.

Son sefer olduğunun bilincinde olsam uzanır öperdim. Yapmadım.

Neyse, bunların hiçbir önemi yok artık.

Sevgilim, canım yanıyor.

obsessed | yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin