beş

1.4K 93 3
                                    

Uyandığımda Klaus'la aramızdaki mesafe eskisinden de çok olduğu için rahatlamıştım. O henüz uyanmamış bir halde kafasını deve kuşu gibi yastığın altına sokmuştu. Bu haline kıkırdamadan edemedim. Onu uyandırmamak için kısık sesle kıkırdamaya çalışmıştım ama yine de sesim yüksek çıkmıştı.

Hafifçe kıpırdandığında uyanmadan önce fotoğrafını çekmek için komodinde duran telefonuma zar zor uzandım.

Parmak ucumla tutarak elime gelen telefonumun ekranını kaydırarak kamerayı açtım. Objektife giren kelepçeli ellerimizi umursamadan fotoğrafını çektim.

Çıkan sesle beraber Klaus kafasını diğer tarafa çevirerek bir fotoğraf daha çekmemi engelledi.

"Sabahın körü fotoğraf çekmek için pek uygun değil. Yatak odası da öyle," dedi yastığı kafasından kaldırıp yana koyarken.

Saçlarını karıştırdıktan sonra esnedi.

"Görende senden yararlanıyorum sanacak. Çok komik uyuyordun, ileride koz olarak kullanırım diye çektim."

Burnuma işaret parmağıyla dokundu. "Ben senin yerinde olsam yararlanırdım. Bu bir ay dışında böyle bir manzarayı görebileceğini sanmıyorum."

Yana koyduğu yastığı kafasına geçirirken sahte kızgınlıkla söylendim. "Benim sevgilim var ahmak."

"Bunu günde en az bir kere söylemeden için rahat etmiyor değil mi?" Aniden beni yataktan ittirdiğinde yerle buluşmuştum.

Unuttuğu bir şey vardı. Ellerimiz birbirine bağlı olduğunda ne kadar istemese de o da yan tarafıma düşmüştü.

"İstersen alnıma da yazarım sanane."

"Açım ben aç. Kapa çeneni de beynim dışında yiyebileceğimiz bir şeyler yapalım," dediğinde sinirle kalktım.

Önüme gelen saçları ittirerek Klaus'un beni mutfağa sürüklemesine izin verdim.

Mutfağın hemen girişindeki doğalgaz termostatıyla oynadığında evin sıcaklığını arttırdığını görmüştüm. Üstelik üzerinde kalın sayılabilecek bir tişört vardı.

Sanırım Klaus düşündüğüm kadar kötü bir ev sahibi değildi. Buzdolabının önünde durduğumuzda buzluğu açtım belki dondurulmuş pizza vardır diye.

Arkalara doğru aradığımı bulduğumda zaferle yukarı kaldırdım. "Az İş, çok yemek!" Elimdeki pizzayı sertçe çeken Klaus'a göz devirdim.

İki tabak alıp iki pizzayı içlerine koydu. Mikrodalgayı ayarladıktan sonra güçlükle iki tabağı sığdırmayı başarmıştı.

Sürenin dolmasını beklerken salona geçmiştik. Televizyonu açtığında bir an kendimi sinemada gibi hissettim. Bu kadar büyük televizyona alışkın değildim.

Mesaj sesi ile telefonumu şortun cebinden çıkardım. Tyler ne yaptığımı soruyordu.

Kızların yanında olduğumu, dün gece onlarla kız gecesi yaptığımızı söyleyen bir mesaj attım. Şu kelepçe meselesi mesajla anlatılabilecek bir şey değildi. O gelene kadar yalan söylemek zorundaydım. Nasıl olsa yarın gelecekti.

"Yalan söylediğini anlayınca işleri şu an olduğundan daha da bok edeceksin," dedi gözlerini televizyondan ayırmadan.

Özel hayat gizliliğine ne olmuştu? "Sen söyledin de sanki benim işime karışıyorsun."

Dudaklarını büzerek bana döndü. Ah, hayır. Bu az sonra seni pişman edeceğim ifadesiydi. Gelecek cümleyi bilsem de konuştuğunda gözlerimi devirmeme engel olamadım.

"Mesaj atmıştım."

"Mikrodalganın alarmı değil mi o çalan ya?" diyerek onu zorla ayağa kaldırarak mutfağa sürükledim. Biz mutfağa girdiğimizde yeni çalmaya başlayan alarmla tuttuğum nefesi bıraktım.

Klaus'a beni yenmiş olma mutluluğunu tattırmamıştım. Tabakları plastik tutucu sayesinde çıkararak tezgaha koydum.

Üzerine eğilip üflerken Klaus kalçasıyla beni yana ittirmişti. Elindeki pizza keseceği ile pizzaları dört parçaya ayırdı.

Tabaklarımızı elimize alarak salona geçtik. Yerken biraz sorun çıksa da bizi engelleyecek kadar rahatsız olmamıştık.

Tabakları mutfağa bıraktıktan sonra Klaus buzdolabının üzerindeki takvimin üzerine otuz gün sonrayı işaretledi. Ve bir gün önceki günün tarihinin üzerini çizdi.

Daha önümüzde otuz gün oluşu gerçekten korkunçtu. Banyoda ellerimi yıkarken bir türlü rahat edemiyordum.

Çekip koparabilseydim kelepçeyi o kadar güzel olacaktı ki.

Ellerimin iki yanında Klaus'un ellerini hissetiğimde ellerimi yıkamam kolaylaşmıştı. Çünkü bir bütün gibi olan ellerimiz sayesinde kelepçeyi hissetmeden ikimiz de kolayca ellerimizi yıkayabiliyorduk.

Musluğu kapattıktan sonra ona döndüm. "İyi teknik."

Omuz silktikten sonra boştaki eliyle havluyu alarak ellerimizi kurulamamızı sağladı.

"Ben Klaus Mikaelson'ım bebeğim. İnternete iyi teknik yazınca benim adım çıkıyor."

××××××××××××××××××××

Bütün günümüzü bir koltukta aynı sıkıcılıkta geçirmiştik ve benim artık idrar torbam patlamak üzereydi. Bir saat önce komşunun kapısını çalmıştık fakat kadın açmamıştı.

Bunun üzerine ikimiz de artık dayanamayacağımız noktaya gelene kadar tutma kararı almıştık.

"Bu böyle olmayacak, acilen tuvalete gitmeliyim," dedim yanaklarımı şişirip oflama işlemimi yarım bırakarak.

"Biliyorsun, hâlâ bir seçeneğimiz var." O seçeneği düşünmek karnımda kramplar hissetmeme sebep olsa da başka şansım yoktu. Birlikte tuvalete girecek, işlerimizi hallederken gözlerimizi kapatacaktık.

"Böyle işin amına koyayım ben ya," dedim yerimden kalkarken. Tuvalete girememem bozuk çenemi açmama sebep olmuştu. Klaus arkada ben önde yürürken Josh'un sövmediğim bir akrabası kalmamıştı.

Grimsi banyoya girdikten sonra klozetin başında durduk.

"Önce sen," dedi elini öne uzatarak. Kafamı iki yana sallayarak bu önerisini reddettim.

"Pekala öyleyse önce ben. Dön arkanı ve mümkünse şarkı söyle."

Kelepçenin izin verdiği kadarıyla arkama döndüm. Her ihtimale karşı gözlerimi yumdum.

Şarkıyı söylemeye başladım.

"We found each other. I helped you out of a broken place. You gave me comfort. But falling for you was my mistake."

Ara ara detone oluyordum ve Klaus ritim tutmayı bırakıp gülmeye başlıyordu. Zaten kısacık söylediğim kısımda o kadar çok detone olmuştum ki neredeyse Klaus ritim tutmamış sayılırdı.

İşinin bittiğini söylediğinde pozisyonlarımızı değiştirdik. Şarkı sırası ondaydı. Bende ritim tutacaktım.

"I put you on top, I put you on top. I claimed you so proud and openly. And when times were rough, when times were rough. I made sure I held you close to me."

O hiç detone olmadan söylediğim şarkıyı devam ettirdiğinde şaşırmıştım. Her iki türlü de garipti.

İşim bittiğinde omzunu dürtükledim. El yıkama işleminde yine aynı pozisyonu almıştık.

"So call out my name. Call out my name when I kiss you so gently. I want you to stay. I want you to stay, even though you don't want me," diye devam ettirdim şarkıyı. Su sesinden dolayı biraz bağırmak zorunda kalmıştım.

Bu detone olan beni daha da çirkin söylemeye itmişti ama önemli olan eğlenmek değil miydi?

"Girl, why can't you wait? Girl, why can't you wait 'til I fall out of love? Won't you call out my name? Girl, call out my name, and I'll be on my way and." Musluğu kapattıktan sonra bana döndü ve şarkıyı birlikte tamamladık.

"I'll be on my."

you're mine | klarolineHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin