[8] ilkler

5.5K 720 331
                                    

12 Nisan 1920

Jimin evlerinin çatı katında plak çalara koyduğu müzik eşliğinde gizlice dans ediyordu. Hava bugün biraz bulutluydu, bu yüzden içi sıkılmış ve kendini yapmaktan en çok zevk aldığı işe vurmuştu. Müziğe karşı vücudunun verdiği doğal bir tepki vardı. Bu, Jimin'in gerçekten dans etmek için doğduğunu gösteriyor olmalıydı.

Birden kapı açıldığında Jimin korkuyla yere düştü. Dizi acımıştı. Kapıdaki kişi annesiydi.

"Birden içeri dalma anne!" diye söylendi Jimin. "Japonlar geldi diye ödüm koptu."

Japon istilası sürüyordu. Jimin, öğretmeninin katledildiği o acı günden sonra kendini eve kapatmış, insanlarla konuşmaz olmuştu. Kalbinde kimseye anlatamadığı bir yara vardı. Özgürlüğü elinden alınmış, uçmasına izin verilmeyip kanatları tek tek koparılan bir güvercin gibi hissediyordu kendini.

Dans etmek yasaktı, yalnızca Japon geleneksel danslarını yapmak ve öğrenmek serbestti. Şehirdeki tüm dans kursları kapatılmıştı. Her gece Japonlar evlere rastgele teftişe gelip insanların yaşam alanlarını tahrip ediyor ve bunun için hiçbir ceza almıyorlardı.

Bir keresinde Jiminlerin evine de baskın yapmışlardı ve Jimin'in babasının kütüphanesindeki kitapların hepsini dili Korece diye yakmış, kül etmişlerdi. Jimin ağzına kadar öfkeyle dolup taştığını hissediyordu. Bu hayatta onu mutlu eden tek şeyi, dans etmeyi bile gizli gizli yapmak zorunda olması çok sinir bozucuydu ona göre.

Annesi süslü hanbokuyla kapının önünde dikilirken Jimin düşüncelerinden sıyrılıp ayağa kalktı ve plak çaları durdurdu. Tam o sırada annesi dudaklarını aralamıştı.

"Seunggyo kapıda, seninle zaman geçirmek için gelmiş." dedi sakin bir sesle.

"Tamam," dedi Jimin heyecanla. "Ona kapıda beklemesini söyle."

Annesi oğlunun mutluluğunu hissedince gülümseyip kapıyı açık bırakarak oradan uzaklaştı. O olaydan sonra Jimin'in konuştuğu tek arkadaşı Seunggyo'ydu. Onu seviyordu. Seunggyo onu her zaman güldürür ve ona güzel hikayeler anlatırdı. Bu yüzden o çağırdığında Jimin koşa koşa ona giderdi. Çoğu zaman birlikte göl kenarına gider ve gölde taş sektirme yarışması yaparlardı. Jimin'in en mutlu olduğu zamanlar -dans etmek hariç- Seunggyo ile göl kenarına gittiği zamanlardı.

Çabucak en sevdiği hanbokunu giydi ve saçlarını düzeltip aynada kendini izledi. Güzel gözüküyordu. Alelacele aşağı kata indiğinde kapıda bekleyen arkadaşını görüp gülümsedi. Seunggyo yakışıklı bir oğlandı. Buğday teni ve kuzgun siyahı saçları birlikte bir uyum içerisindeydi. Jimin ondan etkileniyordu fakat bunu kendine itiraf etmek, hele ki bunu kabullenebilmek çok zordu onun için. Bu yüzden sürekli en yakın arkadaşına baktığında içinde oluşan o sızıyı hep görmezden geliyordu.

Jimin kapıya doğru yürürken Seunggyo'nun da gözlerinin içi ışıldıyordu. Oğlanın yanına gelince içerideki annesine seslendi.

"Anne Seunggyo ile dışarı çıkıyoruz. Geç olmadan dönerim!"

"Tamam oğlum, sokaktaki devriyelere dikkat edin. Yanlarından geçerken Japonca konuşun, tamam mı?"

Jimin omzunun üstüne atılan kollarla gülümseyip annesine onaylayıcı sesini gönderdiğinde Seunggyo sabırsızca kapıyı kapatmış ve Jimin'i dışarı çekmişti.

"Bugün nereye gitmek istersin bakalım?" diye sordu tatlı tatlı. Jimin omzunun üzerinde dinlenen kollar sebebiyle biraz utanmıştı. "Göle gidelim mi?" dedi hevesli bir şekilde. "Uzun zamandır gitmiyoruz."

music box, yoonmin ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin