from Harry

1.4K 205 530
                                    

Olduğum camın önünde, büyük bahçeye ekilmiş Kaplan Zamba'ğı, ve Portakal Zambak'larını izliyordum teker teker. Bahçe fazlasıyla büyük olduğu gibi, bu büyüklüğü garipleştiren bir şey vardı.

Zambaklar.

Koskoca bahçe, yalnızca Zambak bitkisiyle donatılmıştı. Ancak yalnızca bir tane Ak Zambak vardı. Ve o kadar köşedeydi ki, normalde bunu görebileceğimden şüpheliydim.

Şu an kaçık diyebileceğim doktorun evinde, salonunun bahçeye bakan camının önünde durmuş, tek işim buymuş gibi bahçenin zehirli görüntüsünü izliyordum.

Ve zihnimin içindeki görüntüleri ne kadar zorlarsam zorlayayım, bu bitkilere bakarken bile karalayamıyordum. Orada kalmışlardı. Orada, tamı tamına yedi kişi vardı. Orası fazlasıyla doluydu.

Ancak şimdi, zaten dolu olan o yere, sekizinci bir kişi daha girmeye çalışıyordu. Yutkunduğumda boğazıma takılan düşünceler varmış gibi hissediyordum. Kelimeler değil, düşünceler.

Henüz düşünme aşamasındayken bile beni anlayan sevgilim, bir kez olsun ona kuracağım cümlelere ihtiyaç duymamıştı hiçbir zaman. Üstelik bizim zamanlarımız kısıtlıydı. Ancak aramızdaki uyumu yakalamak hiçbir zaman uzun bir süre istememişti zaten. Ben de o yüzden bu kadar üzgündüm ya şimdi...

Acı bir şekilde gülmek istedim. Düşüncelerim boğazımda yumak oluyordu, ve tıpkı bir yumru gibi büyürken kelimelere dönüşemeyişlerinin acısını birebir boğazımda hissediyordum.

Beni anlamamıştı.

Ama ben onu anlayabiliyordum.

Ve bu bana acı veriyordu. Onu her şeye rağmen anlayabiliyordum. Beni, onun tabiriyle "başkasının" odasında çıplak bir şekilde görmenin onu incittiğini, korkuttuğunu, bu yüzden hırçınlaştığını biliyordum. Ancak o, benim onu özlediğim için aptallaştığımı, kafamın karıştığını göremiyordu. Hatta utandığımı bile.

Kendi penceremden baktığımda tek gördüğüm karanlıktı. Penceremin camları kırık, kulpları paslıydı, ve kapkaranlık bir gökyüzüne açılıyordu. İşin kötü yanıysa, hep açıktı. Ben o karanlığa karşı hep savunmasızdım, penceremi kapatabilmek gibi bir lüksüm hiç olmamıştı.

Belki de kendime o seçeneği ben sunmamıştım, bilmiyorum. Ama var olan bir pencereyi kapatmaktansa, hep açık kalması daha umut verici gibi gözüküyordu. Ya da ben aptaldım. Çünkü içeriye karanlık doluyorken, benim tek yaptığım o karanlığı karşılamaktı. Üstelik savunmasızdım. İçime karanlık doluyordu benim. Ve ben o pencereyi kapatamıyordum.

Ayrıca bununla birlikte yedi pencere daha vardı. 

Aslında pencere değil, kapı. Korumam gereken, ne zaman açılması ve kapatmam gerektiğini bilmem gereken yedi kapı.

O ise, benim yedi kapılı, tek pencereli evimdi. Nerede, hangi arazide olduğu belirsizdi. Tek başına karanlık bir dağın tepesinde gibiydi, ya da boşlukta süzülüyordu. Ama sonuçta benim evimdi, değil mi? Tek penceresinin manzara sahibi olmaması, ve kitlemem gereken yedi kapısının olması bunu değiştirmezdi, değil mi?

Değiştirmiş miydi?

Neden evim artık bana ait değilmiş gibi hissediyordum? Onun bir penceresi yoktu, biz zaten hep aynı pencereden bakardık. O zaten benim evim olduğu için beni anlar, duygularımızın çarpışmasına müsaade etmezdi.

Ama beni anlamamıştı. Bu kez olmamıştı.

Aslında onun yatağındaydım. Aslında onunla uyumuştum. Aslında onunla sevişmiştim. Ve aslında koruduğum yalnızca evimdi.

𝟩// 𝐋𝐚𝐫𝐫𝐲 𝐒𝐭𝐲𝐥𝐢𝐧𝐬𝐨𝐧Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin