Günler geçip gidiyor ama bir türlü Albert'in acısı dinmiyordu. Zaten bu acıyla yaşamaya da alışmıştı. Bazı zamanlar, çok ama çok kısa bir süreliğine de olsa bu acı diniyor ve biraz nefes almaya çalışıyordu. Nefes almaya çalıştığı sıralarda bile acının artık olmayışı yakıyordu canını. Tanrım, bu nasıl yaşamaktı! Albert, bu dünyaya gerçekten acı çekmek için mi gelmişti? Yoksa gerçekten de bir şekilde diğer insanlardan ayrıldığı bir nokta vardı da o yüzünden mi böyleydi? Ya da Albert'in deyimiyle sakat olduğundan dolayı mı? Albert bir çok kez bu acıya son vermek istemişti ama kendinde o cesareti bulamamıştı. Belki de içinde her şeyin daha iyi olacağına dair bir inanç vardı. Tamamen hayattan kopmasına izin vermeyen ve aynı zamanda acıyı sürekli kılan bir inanç. İnançların hepsi öyle değil midir zaten? Ne olursa olsun bir şeye inanırsanız, inancınız yapışır yakanıza bırakmaz sizi. Sürekli işlerin değişeceğini, daha iyi olacağını söyler ama tek yaptığı şey yapıştığı yakanızı çekmek olur. Albert bundan muzdaripti, içten içe yakasına sarılmış bir inançla yaşıyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAGAKİC
Short StoryHemen hemen her konudan gelecek aforizmalarımı sürekli ve kalıcı olması için burada toplamaya ve devam ettirmeye karar verdim. Siz okurlarıma bir şeyler katabileceğime inanıyorum. İyi okumalar.....