0.3

14 4 0
                                    

Anne ve babamız çılgın bir karar alıp belki de daha evliliklerinin gül gibi ilk senesinde çocuk yapmaya karar verirler, sonra işte sevişirler ve babamızın diğerlerini sollayarak gelen spermi annemizin o eşsiz yumurtasına girer ve döllenme sonucu bizim ilk oluşumumuz meydana gelir; zigot.

Zigot mucizevi bir varlıktır, anne ve babanın toplamda 50,000 genini bünyesinde barındırır. Elli bin! Dile kolay.

50,000 genden ben ala ala ne almıştım?

Annemin iri göz yapısını, babamın saç rengini, boyumun kısalığını, düzgün bir burun... Peki fobiler nereden geliyordu?

Fobi işte geçer diye düşünüyoruz ama ruhsal hastalıklar gibi fobilerde de etken genetik, biyolojik ve çevreseldir. Bunu anne ve babamla defalarca konuşmuştu, onların fobileri benimkilerin yanında fobi bile sayılmazdı ki! Kıytırık "Ay Argun hız yapma bak mazallah bir şey olur." ya da "Muazzez sevmiyorum şu yılanları, göstermesen olmaz değil mi?" gibi şeylerdi.

Onları dinlerken gülüp geçiyordum. Birçok akrabamla bile konuşmuştum ama bunca fobinin bir kişide toplanmasının hiçbir mantıklı açıklaması olamazdı. Bir deneyin parçası olabilir miydim?

"Üşüdün mü?" çatalını tabağın kenarına bıraktığında sesiyle beni mıknatıs gibi düşüncelerimden çekip aldı, "İçeriden bir şeyler getirebilirim?"

"Şey," dalgınlıkla etrafıma bakındım, tabağımdaki köftenin üzerinden sıcaklığını belli edecek şekilde dumanlar çıkıyordu, kendime gelip köfteyi ısıracağım yerden ketçaba bandım. "Hayır, teşekkür ederim."

Başını aşağı yukarı sallayıp yemeğine döndü, ikimizde son yaşanılanlardan sonra biraz sessiz kalmıştık ve bence bunun sebebi buna ihtiyacımızın olmasıydı. Onu da korkutmuştum ama en çok kendim kendimden korkmuştum, şiddetini hala içimde hissediyordum. Beni o buz gibi suya sokmasaydı bayılabilirdim ya da belki daha kötüsü. Daha kötüsünü şu zamana kadar yaşamamıştım.

"Şu uyku işini halletmemiz lazım." köfteyi barbekü sosuna bandırıp yarısından fazlasını ve hemen ardından bir parça ekmeği ağzına attı, yemeği yeme şekli gülümsetmişti. Çevremdeki insanlar hep birilerinin karşısında kibar olma gereği duyardı. Ama o hunharca yiyordu ve ağzındaki yemeye aldırmadan konuşuyordu. "Hadi bu gece uyumadın, hadi bir iki böyle gitti ama sonra?"

Nefesimi sertçe dışarı üfledim, kahrolasıca hiçbir şey aklıma gelmiyordu. Gecelerden her zaman nefret ederdim zaten hatta nefret etmekle kalmaz bir de korkardım. Onun haberi yoktu tabi ki, Akluofobik biriydim, karanlıktan korkuyordum. Tabi bu basit ışıklar kapalıyken tuvalete gidemem olayından çok daha farklıydı. Bir yere gideceksem bile hava kararmaya başlamadan geri dönerdim, evimin kapısına kadar aydınlık olacak saatler ayarlardım kendime hep. Şu balkonda havanın zifiri karanlık olmasına rağmen oturuyorsam o da yanımda birinin olması, evin tüm ışıklarının yanıyor ve hemen kapı girişinde oturuyor olmamdı. Zira bu evden şu saatte kapının dışına tek çıkma fikri bile kalp çarpıntımı tetikliyor ve ağzımın kurumasına yol açıyordu.

Bardağımı aniden kapıp limonatamı yudumladım ve hemen ardından iki çatık kaşla göz göze gelmem bir oldu.

"Tanrım, yine aklında ne kuruyorsun?"

"Akluofobi."

"Aydınlattığın için teşekkür ederim, ben vikipediyim ya her terimi biliyorum." bütün köfteyi ağzına atıp pepsisini yudumladı. İştahımı açıyordu resmen.

"Şey," yutkunup beş parçaya böldüğüm köftenin bir parçasını ve kırmızı marulu ağzıma tıkadım, "Karanlık. Bilirsin, ışığı kapatma anneciğim!" ellerimi iki yanımda şakayla titrettim,

LEVNİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin