Dolabımın kapağını kilitledim ve solumda kalan boydan aynadan kendimi inceledim.
Oda arkadaşım, Yunho, ile dünkü yaşanan tuhaf olaylar silsilesinden sonra sabah onunla karşılaşmamak için evden erkenden çıkmaya kadar vermiştim. Dersim 8'de başlamasına rağmen 6'da uyanıp 6.30'da çıkmıştım.
Gece sürekli diken üstünde bir uyku geçirmem nedeniyle de iki saatlik uykuyla nöbet kaldırabilen ben şu an uykusuzluktan bayılmak üzereydim ve bugün stajerliğimin ilk günü olduğunu düşünürsek çok yorucu bir gün beni bekliyor olacaktı.
Buradaki sisteme göre herkes özel durumlarda, toplantı veya konsey gibi doktorlar ile yöneticiler arasındaki toplantılar, herkes kendi fakültesinin alanını belirten bir renkte gömlek giyer. Japonya'da böyle bir durum söz konusu olmadığı için bugün tesadüfen bir stajerden duymamla öğrenmiştim. Uyarmasaydı doktor önlüğü ile tüm gün hocanın gelmesini bekleyecektim.
Tıp fakültesinden olduğumu belli eden beyaz yakalı gömleğimi bilek kısımları ile düzelttim ve derin bir nefes verip odadan çıktım.
Yeni cilalanmış boş olan koridorda ilerlemeye başladım. Siyah ayakkabılarım boş koridor nedeniyle yankı yaparken boğazımdaki siyah kravatı gevşetmemek için zor durdum. Toplantı salonuna varana kadar saçlarım terden eski hacmini kaybedecek gibiydi.
İki kanatlı ahşap kahverengi kapıyla karşı karşıya gelince kapı kenarında bekleyen siyah maskeli kişilerin arasından geçtim. Ellerindeki kamera lenslerini ayarlamakla meşgul olduklarından bana dikkat etmemişlerdi. Bakmadıkları için minnet duymuştum.
Salon şimdiden tam kapasite dolmaya yakındı. Kemerli büyük resital salonuna benzeyen toplantı salonu herkesin bir ağızdan konuşması nedeniyle uğultuyla dolup taşıyordu.
Gergin adımlarla ilerlerken etrafıma odaklanmadan bir yer bulup oturmaya çalışıyordum. Fakat bazıları ben geçerken beni süzüyor gibi hissetmem, gerginliğimi arttırıyordu. Bu sayede kısa zamanda cesaretim bir balon misali söndü.
Sağ alandan bir koltuk bulur bulmaz etrafıma bakmadan oturdum ve sahneye odaklı durmaya devam ettim. Etrafımda gülüşmeler başlayınca nedensizce üstüme alınmıştım.
Bana gülmediklerini düşünürken sol tarafımdan birinin parmağını omzumda hissettim. İrkilerek o tarafa döndüm.
İnce uzun parmağını indiren çocuk baygın bakışlarla bana bakıyordu. İnce dudakları hafif aralık, bana üstten bakar hâli vardı.
"Hey, beyaz yakalı. Buraya ait değilsin."
"Ne?"
Dişleri arasından nefes çekerken omuzları havaya kalkmıştı. Sol tarafına baktıktan sonra geri döndü.
"Dedim ki," üstüme eğilmesi ile eşzamanlı geri çekildim. Fısıldadı. "Buraya ait değilsin." Kolunu arkaya uzatırken bakışlarını sürdürdü. "O safta oturman gerekli."Ne yani, bu okulda çömez uzman ayrımı mı vardı?
"San, çocuğun üzerine gitme. Belli ki yeni buradaki sistem başka hiçbir yerde yok biliyorsun." İsminin San olduğunu öğrendiğim çocuk arkasına yaslanarak arkamdaki bedene bakıp yandan bir sırıtış attı. "Eğlenceli olduğunu değiştirmiyor. Farelerin biraz daha dışarı çıkması gerekli. Hayatı laboratuvardan ibaret sanıyorlar."
Duyduğu şeyle gülen beden omzuma elini attı ve güven verircesine sıktı. Kazık gibi arkamda konuşanla kontak kurmak yerine öne doğru bakıyordum.
"Bak," işaret parmağını ileriye doğru uzattı. "Siz sol kanatta oturuyorsunuz. Oradaki herkes beyaz yakalı. Tıpkı senin gibi. Fakat burası," arkama döndüğüm vakit beden arkaya uzattığı parmağını hızla ön koltuğa kadar gezdirdi. Gözüme çarpan tanıdık mavi saçlar ve konuşurken öne uzayan uzayan dudakları ile gözlerim büyüdü. Yunho.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Witness § Seongsang
Short StorySeul'e geldiğim ilk gün, tek hayalim dünyanın en iyi tıp fakültesini birincilikle bitirip cerrah olabilmekti. Ama oda arkadaşımı kapıda bornozlu karşımda dikiliyor olarak görünce her şeyin pek de iyiye gitmeyeceğini düşündüm