Gözlerimden akan uyku ile ayakta zor dururken, oturduğum yerde çenemi elime yaslamış olsam da sürekli başım kayıyordu. Elimden son kez çenemin kayması ile yüzüm masaya tutmak üzereyken kendimi son anda tuttum.
Dün geceki nöbetim zor geçmişti ve bugünkü fakülte dersi tam bir muammaydı. Nöbet esnasında uyuyakalmıştım ve üstüm tarafından yakalanınca büyük bir azara maruz kalmıştım. Dün geceki yediğim azar, benim hayatımda yediğim ilk azardı. Hâliyle birazcık zorlamıştı.
Bir ay sonunda ise ay başında batan notların yenisini daha hazırlamamış olmam da ayrı konuydu. Yaklaşık iki aya vizeler başlayacaktı ve son senemin puanlarını yüksek tutmaktan çok içimde küçük bir boşvermişlik hissi vardı. Nedeni neydi, gram fikrim yoktu.
Dinlemekten çok cebelleştiğim ders sonunda biterken çantamın ağzını bile açmadığım masadan kalktım. Bugünün tek amacı, şehir çıkışına yakın olduğu söylenen fotokopiciye gidip notları çıkarttırmaktı.
Fakülteden çıkıp yakınlardaki metro istasyonuna vardıktan sonra gidecek metroyu bulur bulmaz bilet almış ve binmiştim. Öğle civarlarına işim denk geldiği için pek oturacak yer yoktu.
Seonghwa o günden sonra yaklaşık olarak iki gün boyunca karşıma çıkmadı. Utandırıcı sözlerini fantezik bir şekilde sunduktan sonra kulağıma, serseri gibi sırıtmış ve işi olduğunu söyleyip ayrılmıştı. Hastaneye tek gelme nedeni fotoğraflardı ve istemeden keşke yine işi çıksa da tekrar gelse diye içimden geçirmeden edemiyordum.
Sen delisin.
Derin bir nefes alıp tutacaklardan daha sıkı tutunurken kalabalık yerlerde büyük bunalım geçirdiğim aklıma geldi. İçim sıkışmaya başlarken tanıdık bir ses yakınlarımdan yükseldi ve bunun sayesinde bunalım işini unuttum.
Çantamı zorlukla açıp içinden telefona ulaşır ulaşmaz çağrıya baktım. Yunho'nun ismi ekranda parlarken aramayı kabul ettim.
"Hâlâ sağ mısın diye bakmak istemiştim. Açtığına göre hâlâ yaşıyorsun."
Gözlerimi devirdim. "Bir yerlerde kaybolmamı veya bayılmamı isterdin öyle değil mi?"
Ahizeden birkaç hışırtı kulağıma dolarken Yunho'nun ağzına bir şeyler tıktığı anlaşılıyordu. "Tüh. Sen her şeyi böyle açık açık söylersen eğlencesi kalmaz ki."
Yunho'nun ağzı dolu olarak dediği şeyler beni sinir etmek yerine gülümsetti. İlk günden beri sinir bozucu takıntılı biri gibi davranıyordu ama yine de seviyordum. Üstelik artık ona da ayak uydurmaya başlamıştım. Ayak diremekten çok uydurmak daha eğlenceliydi.
"Umarım yine acile yanıma bornoz ile gelmek zorunda kalırsın Jeong Yunho. Sana o zaman kıyafet vermeyeceğim ve rüzgarlı havada dolaştıracağım."
Gülmemek için dudağımı ısırırken gelecek cevabı bekledim. Hazırcevap Yunho'dan uzun süre ses gelmeyince meraklandım. "Yunho?"
"Bir şey düşünüyordum."
Kaşlarımı çattım. "Neyi?"
Derin ve içli bir nefes aldı. "Arkadaşlığımızı. Hadi bu ilişkiyi burada bitirelim."
Ve ben bir şey diyemeden telefon suratıma kapadı.
İstemeden kahkaha boğazımı tırmanırken kendimi dışarı çıkmasın diye tutmaya çalışıyordum. Kalabalık yerlerde sıkışmaktan kötü bir şey varsa o da kalabalıkta kahkaha atmaktı. Atarsam yine aynı şeyler olacaktı, utanacak ve kızaracaktım.
Kendimi hipnoz eder gibi el hareketleri yaparken gözlerimi kapadım ve her şeyin iyi olacağını söyledim. Dakikalar içinde ben bu harekete odaklanmışken arkama yaklaşan bedeni hissedememiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Witness § Seongsang
Truyện NgắnSeul'e geldiğim ilk gün, tek hayalim dünyanın en iyi tıp fakültesini birincilikle bitirip cerrah olabilmekti. Ama oda arkadaşımı kapıda bornozlu karşımda dikiliyor olarak görünce her şeyin pek de iyiye gitmeyeceğini düşündüm