Açılan kapıların ardından açıkçası küçük bir dükkanın böyle muazzam güzellikte çıkacağını bilemezdim.
Seonghwa hiçbir şey yapmadan alışkın olduğu belli olan bozuntuya vermeyen bir ifadeyle içeriye girerken ben her yeri aklıma kazımak istercesine yavaş yavaş inceleyerek geçiyordum. Cam dükkanın duvarları genel olarak Seonghwa'nın olduğunu tahmin ettiğim kendine ait eserlerle doluydu. Üç duvar boyunca gerilmiş bir ipe polaroid fotoğraflar ince bir işçilikle dizilmiş boşta kalan yerlerse Seonghwa'nın karakalem çizimleri ile bir bütünlük oluşturmuştu.
"Hoşuna gitti mi?"
Seonghwa ofis olduğunu tahmin ettiğim cam dükkanla tezatlık oluşturacak bir ahşap ofis masasının arkasından bana bakıyordu. Ellerini yasladığı masanın üstü duvarlardaki gibi çeşitli karalamalarla dolu kağıtlara ev sahipliği yapıyor gibi gözüküyordu.
Başımı salladım sadece. Seonghwa'nın öylesine fotoğrafçılık yaptığını düşünüyordum.
"Açıkçası şaşırttın beni. Ben öylesine fotoğrafçılık yapıyorsun sanmıştım. Hayatının %99'u elalemin burnuna işlerini sokmakla geçiyor sanıyordum."
Seonghwa dediğim şeye canı yanmış gibi yüzünü ekşitip uf'lasa da "bu çok can acıtıcı" diyişi ve sonradan gülmesi dalga geçtiğini ortaya sermişti. Sadece gözlerimi devirip camlardaki eserlere vakit ayırmanın iyi olduğunu düşündüm.
Yaptığı birçok resim doğa tasvirlerinden oluşuyordu. Ama çoğunluğu rönesans dönemlerinden çıkma nü çizimlerini barındırıyordu. Ve birçok tanrı tanrıça tasvirleri her yeri dolduruyordu.
Zeus'un resmedildiği ve güç kavramının insanın içine işlercesine tasvirinin yapıldığı kağıda parmak uçlarımı sürtmeden edemedim. Dokulu kağıt parmak uçlarım altında kayıp giderken gerçekten oradaki sahneye ait gibi hissediyordum. Seonghwa cidden şaşırtmıştı beni. Oldukça iyi bir ressam gibi duruyordu.
Parlaklarımı kağıt ucundan kaldırmak üzereydim ki bir seye takılması ile tırnak aralarıma batan sert şey beni irkiltmiş ve bulunduğu yerden düşmesine neden olmuştu. Nedensiz bir hissiyat ile Seonghwa'ya yandan baktığım vakit yoğun bir şekilde işe odaklı olduğunu görmüş eğildiğim yerden batan şeyi hızla almıştım.
Elime batan sert kartı çevirdiğim vakit fotoğraf olduğunu gördüm. Gözüme ilk çarpan ise Seonghwa'ydı. Yeni şimdikinin aksine oldukça esmer duruyordu. Saçları siyah tutamlar hâlinde dağılmış alnının altında mutlu olduğunu haykıran kenarları kırışmış bir çift göz ve güzel gülümsemesine ev sahipliği yapan biçimli dudakları yer almıştı. Önünde ise ondan boyca kısa minyon tipli geniş düzgün gülümsemesi ile kırmızı saçlı bir çocuk vardı. Seonghwa arkadan çocuğun omuzları üstünden geçirdiği kollarını önünde bağlamış çocuk ise onun kollarını tutuyordu.
Fotoğrafı incelerken bir anda önüme uzanan el fotoğrafı benden çekip almıştı.
Elin sahibini takip ettiğim vakit Seonghwa olduğunu gördüm. İşaret ve orta parmağı arasına sabitleyerek baktığı fotoğraf onu zamanla germiş kaşlarını çatmasına sebep olmuştu. "Bunu nerden buldun? Ne işi var sende?"
Ani çıkışına şaşırsam da "resimlerinin arasında takılı kalmış sanırım. Düşünce gördüm." Demiştim. Beni uzun uzun incelemiş gerginliği üstünde sürerken beni arkasında şaşkınlıkla bırakırken masasına dönüp çekmecelerden birine hızla atmış ve gürültüyle bana bakarken çekmeceyi kapatmıştı.
Bakışları gerginlikle üstümü bulduğu vakit hızla kurtulmak için rahatsız olup başka yerlere odağımı çeksem de kendimi tuhaf hissetmiştim. Kimsenin karşısında fazla rahatsız olan bir kişiliğim yoktu. Fakat bana iyi hoş davranıp tüm laf sokmalarıma gülerken bir fotoğraf için aramıza kalın duvarlar çekişi rahatsız etmişti beni. Sanki sakladığı şeyleri ortaya çıkaran benmişim ve bundan rahatsızlık duyuyormuş gibi gergin bir hâli vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Witness § Seongsang
Short StorySeul'e geldiğim ilk gün, tek hayalim dünyanın en iyi tıp fakültesini birincilikle bitirip cerrah olabilmekti. Ama oda arkadaşımı kapıda bornozlu karşımda dikiliyor olarak görünce her şeyin pek de iyiye gitmeyeceğini düşündüm