"uzun zaman sonra ilk defa birine güveniyorum, umarım güvenimi boşa çıkarmazsın, Hae Young."
O kadar baskı altında olmama rağmen yine de gülümsedim. Stresimi bir şekilde atmalı ve onlara korkmadığımı belli etmeliydim. Soğumaya yüz tutan eli beni harekete geçirmişti.
"merak etmeyin, sadece altı saat sonra gözünüzü tekrar açacaksınız." dedim. Elini, düğmelerini çözmem için elimden çekti. Vakit kaybetmemek adına hızlıca gömleği çözüp yere attım. Yarası çok da büyük değildi, zaten büyük ihtimalle bu yüzden hala yaşıyordu.
"nerede çıkaracağım bu kurşunu?" deyip etrafa bakınmaya başladım.
"Sang Min!" diye bağırdı, hemen sonrasında Sang Min içeriye girmişti. Jungkook'un koluna girdi ve bir yere ilerlemeye başladı. Güzel bir vücudu olmasına rağmen zor yürüyordu. Soğuk ve karanlık bir odaya girdiğimizde Sang Min'le beni kaçıran adamın önlük giydiğini gördüm. Biz girdiğimiz gibi ameliyatta kullandığımız ışığı açtı. Ne yani, bu adam mı bana yardım edecekti?
Jungkook'u sedyeye yatırdı ve kulağıma bir şeyler fısıldadı.
"altı saatin var, doktor."
Söylediği şeyler üzerine göz devirdim, askılıkta asılı olan ameliyat kıyafetini bir çırpıda üzerime giydim, bonemi taktım ve maskemi de bağladım. Jungkook'un vücuduna takılması gereken her şeyi taktıktan sonra uyutmak için bir iğne yaptım. Birkaç dakika sonrasında da uyumuştu. Derin bir nefes aldım ve işe koyulmaya başladım. Yanımdaki adam istediğim malzemeleri bana uzatıyordu, buna hayret etmiştim. Eğer bu konularda bilgiliyse neden böyle adamlarla birlikte kalıyordu.
Para tabii. Para insanı değiştirirdi.
Kurşunu daha iyi görmek adına hızlıca yaranın lekelerini temizledim, daha sonrasında da alabilmek adına birazcık kesmiştim. Alnım terlemeye başlamıştı, sanırım heyecanlanmaya başlamıştım. Peki neden böyle oluyordu? Hiç vakit kaybetmeden kurşunu alıp tabağın içine koydum. Rahat bir nefes vermiştim. Hızlıca yarasını kapattım. İşim bitmişti, hem de hiçbir sorun çıkmadan. Odadan çıktıktan sonra yanımdakinin de çıkmasını bekledim, çıktığındaysa kolundan tutup bir köşeye çektim. Kaşları çatılmış bir şekilde bana bakıyor olması umrumda bile değildi.
"öncelikle bana yardım ettiğin için sana çok minnettarım fakat çoğu şeyi bilmene rağmen neden bu insanlarla berabersin, hastanede olmak varken?
"belki de ona vefa borcum vardır?" deyip kolunu elimden hızlıca kurtardı. "bir daha işime burnunu sokma lütfen, doktor." dediği sıra gözümü devirmiştim.
Burada yaşayan insan evlatlarının hiçbiri mi düzgün olmazdı?
İyi, ne halin varsa gör! dedim içimden onu orada bırakıp herhangi bir yere girdim. Ev o kadar büyüktü ki, ilk girdiğim odaya nereden gidildiğini unutmuştum. Büyük bir televizyon ve l tipi koltuk vardı, tahminen salondu burası. Duvarların siyah olmasına karşın her şey bembeyazdı. Sanki 'kötülüğün içinde ufak da olsa bir iyilik yatıyor' mesajı veriyordu. Saatime baktım, tahminen Jungkook'un kalkması için beş saat vardı.
Odada volta atarken camdan dışarıyı izlemeye koyulmuştum birden. Orman havası da ne güzeldir şimdi!
Jungkook'un uyanması gerekiyordu, işimi başarıyla yapmıştım bu yüzden uyanmaması gibi bir ihtimal yoktu. Ama yine de içimde bir endişe vardı. Normalde işimi yaparken asla kötü düşüncelere ve endişeye yer vermezdim lakin bu durum başkaydı. Ortada benim canım da vardı. Yanlış anlamayın, bunların hepsi canımı çok sevdiğimden değil, çabalarımın, çalışmalarımın bir hiç uğruna -bir hiç uğruna da denemezdi aslında ama anlamadığım bir durum vardı ortada- heba olmasını istemiyordum. Gittiğim ikinci dünyada bunun için çok üzülürdüm.
Derin bir nefes aldım ve bacaklarımda derman kalmadığını hissettiğim gibi koltuğa oturdum. Hastanede olmadığım için merak ediyor olmalılardı ama telefonum çalmamıştı. Önlüğümden telefonumu aldım ve kilit ekranını açtım. Kahretsin ki buradan telefonum çekmiyordu! Çekmemesi tabii ki de doğaldı, bir dağ başındaydık burada nasıl çekebilirdi? Kaldı ki kaçmak istesem de kaçamazdım buradan, kaçsam kurtlardan, domuzlardan veya nice yırtıcı hayvanlardan mı medet umacaktım?
Hava hafiften kararmaya başlamıştı, içimdeki stres biraz daha artarken başımı sağa sola salladım.
"sen iyi bir doktorsun, Hae Young. Kötü düşüncelere yer yok. Sen işini düzgünce yaptın, Jungkook birazdan uyanacak!" Kendi kendime moral olurken, içeriden Sang Min'in sesini duymamla gülümsemeye başlamıştım.
"efendim, uyandınız!"
Hızlı adımlarla Jungkook'u bıraktığım odaya doğru ilerledim, gözlerini açmış etrafa bakınıyordu. Uyutucunun etkisiyle daha tam kendisine gelememiş olmalıydı.
"ben size demiştim." dedim, mutluluğum sesime yansımıştı.
Sang Min bana kısaca baktı ve sonrasında Jungkook'a döndü.
"efendim siz biraz daha uyuyun, biz buradayız." dediğinde kaşlarımı çattım.
"benim vaktim yok yalnız, hastaneye gitmeliyim hastalarım bekliyor." dediğimde Sang Min beni kolumdan tutup odadan çıkardı.
"üzgünüm doktor ama şuan burada önemli olan hastan, Jungkook. Tam kendine gelmeden hiçbir yere gidemezsin."
Bu insanlar beni gerçekten deli edeceklerdi!
Kolumu kurtarıp Jungkook'un yanına gittim ve yanındaki sandalyeye oturdum. Şuan onlarla dalaşmaya hiç gerek yoktu, birkaç saat daha bekleyebilirdim sanırım.
Hava iyice kararmıştı ve hastane aklımın çoğunu ele geçirmişti. Acaba ne yapıyorlardı?
Uzun bir süredir kendisini izlediğim için uyandığını anında fark etmiştim. Yavaşça gözlerini açtı ve direkt bana baktı.
"iyisiniz değil mi?"
Başını hafifçe olumlu anlamda salladı. Yüzünü buruşturmuştu hafiften.
"biraz acıyor."
Gülümsedim. Sang Min'i çağırdı, o da anında içeriye girmişti.
"gidebilirim değil mi artık? Jungkook da uyandı hem?" dediğimde Jungkook'un kısık sesi kulağımda yankılandı.
"hayır, tam anlamıyla iyileşene kadar benimlesin, Hae Young. Yani bir hafta kadar daha."
ulayn jungguk senin de derdin hiç bitmedi bee salın kızı da gitsin artık
instagramdan soru sorma şeysi yaptım sorularınızı sorabilirsiniz, takip etmek isterseniz de
utaepilss hepinizi beklerim!yeni bölüm için 50 oy 30 yorum
ŞİMDİ OKUDUĞUN
black swan ⚘ jeon jungkook
Fiksi Penggemar"eğer beni kurtaramazsan seni de benimle beraber cehenneme götürürüm, doktor."