FİNİFUGAL

99 22 4
                                    


En çok özlemi olan, en uzun yaşar...

Halil Cibran



Bisikletle restorana doğru yaklaştıkça güneş ağaçlar arasından sanki beni selamlıyormuş gibiydi. Ağaçlar göz kırpıyordu bana. Sabah güneş doğmadan 1 saat önce uyanınca zihnim gerçekten benimle oynuyor olmalıydı. 31 yaşında kocaman bir kadının ağaçlarla cilveleşmesi pekte olağan bir durum olmasa gerek. Fakat yine de bu düşünce hoşuma gitmiyor değildi açıkçası. Yeşil yaprakları olan, ferah ve çam kokan birileriyle takılmak oldukça rahatlatıcı geliyordu bana ve ağaçlar bu iş için en uygun elemanlardı. Bu yüzden her sabah bu saatlerde onlarla harika bir yolculuk yapmak için hiç üşenmeden kalkıyordum. Ben bisikletimle bu harika yolculuğumun tadını çıkarırken zihnim ise bir kaç hafta önce aldığı o enfes çam kokusunu inatla hatırlatıyordu bana. İçimde hafif bir özlem duygusu belirdiği anda hemen yok ettim. Ağaçlar kıskanabilirdi, sonuçta çam kokusu onlara aitti.

Bu çılgın düşüncelerime kendimce gülerken biraz ileride restorana yarım saatlik mesafede geniş bir açıklık vardı. Genelde ıssız olan bu yer bu gün takım elbise giymiş adamlarla doluydu. Tam karşılarında dikkatle onlara tamamen zıt bir şekilde aşırı rahat kıyafetler giymiş bir adamın anlattıklarını dinliyorlardı. Adam onca takım elbiseli arasında yüzünü örten siyah şapkası, beyaz tişörtü ve yine siyah şortuyla oldukça aykırı duruyordu. Sonra aynı dikkatle ben de adamı incelemeye başladım ve o an bu tanıdık yüzü görünce yüzümdeki gülümsemeye engel olamadım. Aynı zamanda o da konuşmasını bırakıp sanki ona baktığımı hissetmiş gibi -kesinlikle bisikletimin sesinden dolayı değildi- bana baktı. Aniden tüm dikkatleri Uraz'da olan takımlılar da bakışlarını bana çevirmişti. Kendimi önemli bir toplantının tam ortasında ''Çay ister misiniz?'' diye sormak için içeri dalan sekreter kız gibi hissettim. Aniden bisikleti durdurunca sendeledim, dünya üzerinde bu durumda yapılacak en doğru hareketi yaptım ve tüm asaletimle kendimi yere bıraktım -Aslında banyo yaptırılan bir kedi gibi çığlık atarak yüzüstü yere düştüm. Evet yüzüstü(!)-

Ben kalkmaya çalışırken yan tarafımdan birilerinin ayak seslerinden yanıma yaklaştığını duydum. Bir elin bana uzandığını gördüm ve yavaşça kafamı kaldırdım. Uraz endişeli bir şekilde bana bakıyordu. ''Bahar iyi misin?'' dedi ve beni kolumdan nazik bir şekilde tutup ayağa kaldırdı. Ben birkaç hafta geçmesine rağmen hâlâ ismimi hatırladığı için mutluluğun verdiği şarhoşlukla neden karşımda olduğunu unutmuştum. Bir an sonra aklıma gelen düşüşüm ile kahkahalarla gülmeye başladım -Ne var bence çok komik düşmüştüm-. Zavallı Uraz benim ani kahkaham karşısında şok olmuş bir ifade ile bana baktı ve bir süre sonra o da benimle beraber gülmeye başladı. Ben hâlâ bu komik olayı üzerimden atamamışken Uraz bir anda gülmeyi bırakıp çenemi tuttu ve yüzümü yukarı doğru kaldırdı. Dokunuşuyla beraber ben de gülmeyi kestim. İç sesim normalde sürekli yaptığı gibi benimle dalga geçme seansını unutmuş o da tıpkı benim gibi nefesini tutmuştu ya da bir yerlerde düşüp bayılmışta olabilirdi şu an tam olarak emin olamıyordum. Uraz uzun ince parmağını kaşımın üzerinde hafifçe gezdirdi. O beni çatık kaşlarıyla dikkatlice incelerken ben de bu süre zarfında onun hareketlerini izliyordum. Ardından çattığı kaşlarını rahatlamış bir ifadeyle düzeltip gülümseyerek ''Bir anda öyle sert düşünce daha kötü bir şey oldu sandım. Çok şükür küçük bir sıyrık sadece. Gel arabamda ilk yardım çantası olacaktı.'' dedi.

Ben söz dinleyen uslu bir çocuk gibi onu takip ettim. O sıra da takımlılar bizi izlemeyi bırakıp kendi işleriyle ilgilenmeye devam ettiler. Uraz biraz ileride çok güzel siyah bir arabanın içinden ilk yardım çantasını çıkardı. İçinden batikon ve sargı bezini alarak batikonu beze damlatıp kaşıma sürdü. İşini yaparken o kadar dikkatliydi ki bende bu fırsatı değerlendirip ferah çam kokusunu içime çekiyordum. Aniden durunca acaba çok mu sesli içime çektim diye endişeye kapılıp yüzüne baktım. İç sesimse onaylamaz bir edayla aferin Bahar aferin der gibi kafasını sağa sola sallıyordu hemen ardından alnına bir şaplak attı çünkü hortlak görmüş bir ifadeyle Urazın suratına bakıyordum. Uraz ise işini çoktan bitirmiş başka bir yara var mı diye beni kontrol ediyordu. Olmadığına kanaat getirmiş olacak ki gülümseyerek yüzüme baktı ve ''Restorana mı gidiyorsun?'' diye sordu ben de fark edilmediğimi anladım ve rahatlayarak evet anlamında kafamı salladım. O da hemen ''Öyleyse ben bırakayım seni. Çok kısa bir işim var hemen dönerim.'' dedi. İtiraz etmeme fırsat vermeden az önce bir şeyler anlattığı takımlıların yanına gitti.

FURTUNAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin