dokuz

100 19 6
                                    

"Kafeteryada bekleyeceğim seni ders çıkışı." dedi arkamdan bir ses. Süha'ydı. Birden buz gibi kesildi tüm vücudum. "Lütfen." diye ekledi ve yanımdan geçip gitmeden önce uzun hırkamın cebine bir şey bıraktı. Yüzünü görmedim, gidişini izledim sadece. Kara küçük bir nokta oldu. Cebime bıraktığı şeyi çıkardım. Portakal suyu.

Aklımdan kafeteryaya gitmemeyi geçirmemiştim. Ders bittiğinde bunu bekliyormuş gibi hızla zemin kata indim. Uzun bir ders arası olduğundan her yerde insan vardı fakat onu bulmam zor olmadı. Ortamda en uzun kişi olabilirdi, hatta öyleydi. Beni gördüğünde yaslandığı yerden doğruldu. İnsanlara temas etmemeye çalışarak hızla yanına gittim. Gülümsedi ama hemen kayboldu gülümsemesi.

"Şuradan çıkalım." dedim nefes almakta zorlanarak.

Dışarıda çok fazla insan yoktu. Ya yemekhanede ya da kafeteryadalardı. Birkaç adım önümden yürüdü ve kenardaki banka oturdu. Ben de oturdum. Çok uzağına değil, çok yakınına değil. O an ikimizi anlatacak en iyi metafor buydu. Cebimden bana verdiği portakal suyunu çıkardım. Cam şişenin kapağını açıp ona doğru uzattım. "İster misin?"

"Sana aldım onu."

"İstersen paylaşabiliriz, hepsini içemem."

"Önce sen iç, sonra verirsin."

Başımı sallayıp küçük bir yudum aldım. Sormak istediğim onlarca soru vardı ama portakal suyu daha lezzetliydi. Süha, o acı soruları tercih etti.

"Eğer aklına bazı düşünceler geldiyse söylediğimden sonra... Yani bir şey yaptığımızla ilgili... Ihm-"

"Evet, geldi." dedim portakal suyunu aramızdaki boşluğa koyup.

"Öyle bir şey olmadı." dedi. Kelimeler ağzından hızla çıktı sanki onlara kavuşmazsam çok kötü olacakmış gibi.

Bu aklımdaki bir soruydu ama en önemlisi değildi, sadece biriydi. Derin nefes aldım. Fakültenin karşısındaki boş araziye çöken sise baktım. Orası hep sisli olurdu ve ne kadar yürürsem yürüyeyim içine doğru, hiçbir zaman tamamen sisin arasında kaybolamazdım. Aslında tek istediğim buydu, kaybolmak.

"Kaçtığım şey neydi?" dedim. Cevabı duymaya hazırdım ama o söylemekte tereddüt ediyor gibiydi. "Süha?" dedim, bu çok garip hissettirdi. O da garipseyerek bana döndü. Gözlerime baktı birkaç saniye.

"Ailen." dedi, bir süre durup vereceğim tepkiyi bekledi ama hiçbir şey demedim. "O gece çok önemli bir projenin ilk adımları atılacaktı, büyük patronların buluşması gibi bir şey -abin söylemiştir."

Başımı salladım ama hayır, söylememişti. O gece yemeğe çıktığımızı ve restoranın sahibiyle davalı birinin öfkelenip saldırdığını anlatmıştı. İnsanları önemsemeden ateş ettiğini ve annemle babam dahil birçok insanın öldüğünü.

"Senin ailen de onlardan biriydi."

"Senin ailen?"

"Babam başka bir firmada müdürdü. O yemeğe patronu gelemediği için katılmıştı." Durdu. Bu onun için zor gibiydi. Kendimden başka birini bu olay için üzülürken görmek garip geldi -abim artık normal bir şeyden bahseder gibi anlatmaya başlamıştı. "Beni de götürdü yanında, o tarz yerlerde bulunursam ileride iş imkanımın kolaylaşacağını söyledi. Senin de gideceğini duyduğumda hayır demeyi düşünmedim bile, zaten seninle görüşemiyorduk"

"Zorlandığını anlıyorum, asıl konuya değinmiyorsun ama gerçekleri öğrenmem lazım." dedim sözünü bölerek.

Başını sallayıp devam etti. "Ailen o gece orada olmamalıydı Amine. Ölmeyebilirlerdi... Ve insanların ölümlerine sebep olmayabilirlerdi. Sizin firmanız ilk etapta seçilmedi, yedekteydiniz ama asıl firmanın sahibi öldü, ailesi projeden çekildi, yerine ailen geçti. Saldırıyı yapan kişiyse ölen adamın oğluydu. Babasını öldürenlerin oradan biri olduğunu söylüyordu... Gözü dönmüştü."

Gerçekler ele kola sahip olup boğazıma yapıştı. Onları tutup atamadım oradan. Atmak istemedim. Beni sarsın istedim. Öldürmesi de muhtemeldi ama bunu göz ardı ettim.

"Sen babanın o kişiyi öldürdüğünü öğrenmiştin." dedi. Neden bunu birden söyledi ki? Neden gözlerime baktı söylerken? "Babanı ihbar etmek istemiyordun, hiçbir şey yapmamış gibi davranmak da istemiyordun. Evden kaçacağını söyledin, seni öylece bırakamazdım Amine ama öylece de çekip alamazdım oradan." Gözlerimin içine baktı ve öyle devam etti konuşmaya. "İnancımı, dinimi öylece çiğneyemezdim, seninle o zamana kadar hiçbir şekilde birbirimize yakın olmamıştık bu yüzden, konuşmazdık bile, hatta seni görmezden gelirdim."

Güldü ama acı doluydu gülümsemesi. "Evlenelim dedin, senin çözümün buydu. Kaçmak için her şeye razıydın, bense sanırım bu durumu kullandım. Çünkü yeniliyordum yavaş yavaş. İradem kırılıyordu, seni her görmezden gelişimde biraz daha yaklaşıyordum sanki. Bilmiyorum, bunlar bahane de olabilir. Ama oldu işte, evlendik. Sadece annemle babama anlattık, onlar yaptığımız şeyin yanlış olduğunun farkındaydı ve tepkileri büyük oldu. Senin evden kaçma sebebini bilmeseler de önemli bir şey olduğunu anladılar ve bizde kalmana izin verdiler."

Saçlarını karıştırdı. Kelimelerden bıkmış gibiydi. Onları daha fazla dillendirmek istemediği belliydi ama konuşmalıydı. Ben öylece söyleyeceği her kelimeyi beklerken benden esirgeyemezdi onları. "Devam et, lütfen." dedim kolunu tutup.

"Baban buldu seni Amine. Geldiler aldılar. O geceye kadar bir daha görmedim seni. O geceden beri de sen beni görmüyorsun."

Aramıza koyduğum portakal suyuna baktım, sorular değil cevaplar acıymış.

onlar gibiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin