altı

116 22 7
                                    

"Hatırlamak istemezsin."

Yürüdü.

Adım atsam kendimi yalnız bırakacaktım. Dursam onu.

"Söyle." diye bağırdım arkasından. Yürümeye devam etti. "Söyle. Söyle sen kimsin?"

"Öğrenmesen daha iyi."

"Söyle!" dedim hızla koşup önüne geçerek. Aldırmadan yürümeye çalıştı. İki elimle  göğsünden ittim. "Söyle."

"Öğrenmek mi istiyorsun!" diye bağırarak kollarımdan tuttu. "Ben söylediğin yalanım. Arkadaşınım ben senin. En yakın dostunum. Sevgilinim. Sevdiğin adamım!" Elleri iki yana düştü. "Unuttuğun adamım."

Gözleri kızardı. Onu parçalayanın ben olduğumu bilip bunu düzeltememek kötüydü. Çok kötüydü. Bir şey söylemeye çalıştım. Aklıma söylenecek söz gelmiyordu. Aklıma o gelmiyordu ki!

"Ben.." dedim sağa sola bakıp kelimeler yollara dökülmüş de içlerinden işe yarayanları kendime seçebilirmişim gibi. "hatırlamıyorum." dedim. Belki de en çok hatırlamam gereken kişiydi.

"Senin suçun değil. O yüzden daha da zor hale getirmeyelim. Seni evine bırakayım."

Başımı salladım. Her şeye karşıtlığını gösteren o kızdan kendimde bir parça arıyordum ama bulamıyordum. O kızı ben ne zaman kendim yapmıştım da şimdi gerçek ben oymuş gibi geliyordu?

Hiç konuşmadık. Evimi biliyordu. Beni biliyordu. Sanırım bana dair her şeyi biliyordu. Evin önüne geldiğimizde bir süre baktı ve arkasını dönüp gitti. Bir şey söylemek istedim. O köşeyi dönene kadar ne söyleyebileceğimi düşündüm ama aklıma hiçbir şey gelmedi. Hiçbir şey. Evin kapısını açtım ve farklı bir Amine olmak için kendime zaman tanıdım. Birkaç derin nefes. Ve güler yüzlü Amine'yim. Eskiden olduğumu söyledikleri kızım.

"Yenge! Ben geldim." diye seslendim mutfağa doğru. Yemek yapmakla uğraştığından içeriden birkaç şey söyledi ama dinlemedim. Çatıdaki odama çıktım. Orası benim gerçekten kendim olduğum tek yerdi.

İnsan yalnızken kendisidir. Kalabalığın arasında başkalarının biçtiği kılıflara girip kendini örter. En büyük kanıtı benim. Zaten başka kimseyi de tanımıyorum.

Yatağa uzanıp tavan penceresinden içeri dolan masmavi göğe baktım. İnsanların yüzlerce anlam yükledikten sonra başlarını eğerek yürüdükleri gök. Bağırmak istiyordum ama sesim çıkar mı emin değildim. Abimi arayıp bağıra çağıra bana gerçekleri neden eksik anlattığını sormak istiyordum. Beni neden yalnız olmaya mecbur ettiğini sormak istiyordum.

Gözlerimi açıyorum. Evdeyim. Odamda. Tavan penceresine bakıyorum. Gök masmavi. Hiç bulut yok.

"Uyandın! Uyandı! Tarık, uyandı."

Odanın içinde koşturan yengeme bakıyorum. Neler oluyor? Boğazım çok kuru. Su. Sesim çıkmıyor. Yengem neden bu kadar heyecanlı?

"Amine, abim.."

Abim garip görünüyor. Saçlarında hiç beyaz yoktu. Sakallarını da uzatmazdı. Gözlük bile takıyor.

"Ne.." diyorum ama sesim berbat çıktığı için öksürmeye başlıyorum. "Ne oldu bana?" Yine berbat çıkıyor.

"Sana bir şey olmadı abicim. Çok iyisin. Sadece dün gece bayıldın." diyor yatağımın kenarına oturduktan sonra.

"Dün gece mi?"

Başını sallıyor. Gözleri doluyor. Ağlamaya başlıyor.

"Neden ağlıyorsun?"

"Amine..." diyor ama devam edemeden ağlaması derinleşiyor. Zar zor konuşmaya devam ediyor.

"Hatırlamıyor musun?"

"Neyi?" diyorum.

Bu soruyu hiç sormamalıydım. Gerçekleri hiç öğrenmemeliydim. Unuttuğum andan itibaren tekrar yaşamalıydım hayatı. Tekrar yirmi yaşıma, doğum günüm için yapılan sessiz hazırlığı anlamamış gibi yaptığım sabaha uyanmalıydım.

Artık çok geçti. Yirmi iki yaşındaydım. Ve bir şeyleri geri almak için zaman makinesinden çok daha fazlasına ihtiyacım vardı.

 Ve bir şeyleri geri almak için zaman makinesinden çok daha fazlasına ihtiyacım vardı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

𝐝𝐮𝐧𝐜𝐚𝐧 𝐥𝐚𝐮𝐫𝐞𝐧𝐜𝐞 // 𝐚𝐫𝐜𝐚𝐝𝐞



onlar gibiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin