Seni bekliyorum.
7.35
Evinizin önündeyim.
7.35
Hemen kapıda belirmişti mesajdan sonra. Kıyafetleri itinayla ütülenmiş ve giyilmişti. Üzerimdeki tişörte ve pantolona baktım. Paçavra gibiydim. Onu izlemeyi bırakıp sağa sola çevirdim başımı. Gözlerini üzerimden çekmeden öylece bana bakıyordu.
"Abim her şeyi anlatmıştı bana. Yani..." dedim doğru kelimeleri bulmaya çalışarak. "Anlattığını söylemişti. Uyandığımda son iki seneyi hatırlamadığımı fark ettiler. O geceden başladılar anlatmaya." Boğazım düğümlendi. Konuşmak istemiyordum. Hemen oradan ayrılmak ve gözlerime dolan yaşları kimsenin görmemesini sağlamak istiyordum. Sanki anlamış gibi üzerime giydiğim kapüşonlunun ucundan tuttu. Gözlerime bakmaktan vazgeçti.
"Beni atlayarak." dedi kapüşonluyu biraz daha sıkı tutarak. "Ben doğru biri değildim. Abin böyle söylemişti."
"Buna o karar vermemeliydi."
"Ama verdi." dedi gözlerime bakmama ısrarını sürdürerek.
Gözümden akan yaşı hızla sildim bana bakmadığı için mutlu olarak. Terli ellerimi pantolonuma silip ona doğru uzattım.
"Ben Amine."
Başını kaldırdı. Ellerime baktı birkaç saniye. Gülümsedi. İnsan tanıdığı birine gülümser. Parmaklarını yavaşça parmaklarıma değdirdi. Elimi tam olarak kavramadı.
"Ben Süha. Sen bana ismimle seslenmezdin ama..."
"Ne derdim?" dedim merakla. Küçük gülümsemesi büyüdü.
"Belki bir gün hatırlarsın."
Yola doğru baktım. Belki bir gün ama şimdi değil.
"Devamsızlığın ne durumda?" dedim yüzüne bakmadan.
.
"Dünyanın kalbine dokundu esirin söyledikleri. Ağladı tüm herkes. Her şey bunun içindi. Filmi köleliği kınamak için değil insanları ağlatmak ve gişede zirveye çıkarmak için çekmişlerdi. Sinemanın kapısından çıkarken ağlamayan tek kişi olabilirdim. Düşündüğüm tek şey köleliğin asla bitmeyeceğiydi. Hâlâ köle olduğumuz. Bunu değiştiremeyiz." dedim. Elimdeki mısır bardağı hâlâ sıcak olduğu için parmaklarım yanıyordu ama bırakmadım. Bir kaşık mısır alıp devam ettim. "Köleyiz ama razıyız da. Bir direnişimiz yok. Apple her sene bir telefon çıkarıyor. Her sene bir öncekinin yeterli olduğunun ve yeni çıkanın çok da farklı olmadığının farkındayız ama yine de alıyoruz. Nike birkaç model etrafında tasarımlar yapıp kocaman logosunu basıyor diye ayakkabılarına yüzlerce lira veriyoruz. Yani biz istediğimiz için değil onlar öyle ürettiği ve buna talep oluşturduğu için alıyoruz. Bu kölelik değil de ne? Köle deyince siyah tenli insanları düşünmek bu dünyanın gerçeği değil."
Dönüp ona baktım. Gözleri yüzümde geziniyordu. Ben bir tablo değilim. Öyle bakmamalıydı. Önüme döndüm. Denizi görmeye çalışıyordum ama zihnim izin vermiyordu.
"Bakma bana öyle."
"Ben ben..." dedi hafif kekeleyerek. "Özür dilerim. Uzun zamandır bu kadar uzun bir konuşmanı dinlememiştim."
"Sen açtın konuyu."
"Ben sadece filmi izlediğimi söyledim." dedi isyan edercesine.
Gözlerinin içine baktım. Onun gibi insanların yüzlerine kolayca bakamıyordum. Gözleri hemen karşılık verdi. Gözlerini kaçırmadan öylece bakıyordu. Bu oyun bana göre değildi. Denize döndüm.
"Senin yanında kendim gibi olabileceğimi düşünmüştüm." dedim. Sonlara doğru sesim kısıldı.
"Olabilirsin." dedi heyecanla. Banktan kalkıp karşıma geçti. "Sen bana inanıyor musun?" Sesi beklenti doluydu. Pastadan koca bir dilim isteyen çocuk gibi.
"Abime inanmıyorum." dedim. Ona pastadan vermeyecektim.
"Peki, zaten her şeyin öylece olmasını beklemiyordum." Küçük bir oğlan çocuğu gibiydi bunu söylerken. "Ama sana söylemem gereken bir şey var."
Güneş tam arkasından parladığı için yüzü karanlıktı. Başının üzerinden gelen ışık onun bir parçası gibiydi. O, ışık dolu bir şeydi sanki.
"Biz," dedi ve sustu.
"Biz?" dedim ayağa kalkıp. Ona öylece bakarken istemediğim şeyler düşünmeye başlamıştım.
"Biz evliyiz."
O kadar hızlı söylemişti ki birkaç saniye ne dediğini anlamadım.
𝐝𝐮𝐧𝐜𝐚𝐧 𝐥𝐚𝐮𝐫𝐞𝐧𝐜𝐞 // 𝐚𝐫𝐜𝐚𝐝𝐞
ŞİMDİ OKUDUĞUN
onlar gibi
Novela JuvenilDüşününce, ben bilerek sobelendim. ... otuz.üç.yirmi on sekiz'e.