Işık... Seonghwa'nın bana verdiği kolyeden geliyordu. Doğrusu onu çıkarıp attığımdan beri unutmuştum.
Peki neden şuan ışıldıyordu ki?
~
Yatağımdan kalkarak kolyeye iyice yaklaştım. Elime alıp almama konusunda kararsızdım. Ama merak ediyordum ve sanki beni kendine çekiyordu.
Aniden kolyeyi elime aldım. Derinden bir ses geliyordu. Sanki Seonghwa bana sesleniyordu ama net değildi. Kolyeye bakmamla zihnime bi görüntü işlemişti. İlk başta sadece bulanık bir görüntüydü ama biraz daha odaklandığımda oranın yeryüzü olduğunu anlamam çok uzun sürmemişi.
Ama Seonghwa'yı göremiyordum. Acaba bu bir işaret miydi? Onun başı dertte olabilir miydi? Ama... Bu bir tuzakta olabilirdi. Hiçbir şeyden emin değildim.
Kolyeyi masamın üstüne bırakarak aynadan kendimi süzdüğüm sırada odamın kapısının çarpılarak açılmasıyla neye uğradığımı şaşırmıştım.
Tabii, Wooyoung'tan başka kim gelebilirdi ki?
"Yeosang hadi saçını boyayalım bence sana çok yakışacak!" Üstüme doğru yaklaşırken elindeki boya fırçasını sallıyordu. Bunun sırasının olmadığını söylemek istesemde Woo'nun her şekilde yapacağını biliyordum.
"Hangi renk yapıyoruz?" Kollarımı birbirine bağlarken hafif bir sırıtış yerleştirdim yüzüme.
"Hmm bence neon yeşil. Nasıl fikir?" Dediğiyle göz devirerek dudağımı büzdüm.
"Asla olmaz, dalga geçme." Wooyoung yaklaşarak yanaklarımı sıktı ve kıkırdadı.
"Sarı yapalım mı hayatım?" Gülümsemem yerine geri gelirken başımla onu onaylamıştım.
Yaklaşık iki saat süren saç boyama maceramızın ardından en sonunda saçımı duruladım ve aynaya baktım. Gerçekten saçlarım mükemmel görünüyordu.
Wooyoung odamdan ayrılalı biraz zaman geçmişti. Derin bi nefes alarak yatağımın üstüne oturdum.
Yeryüzüne inmeliydim. Ama nasıl bilmiyordum. Kimseye görünmeden sadece bir kontrol amaçlı gitsem ne olurdu...
Odamdan ayrılarak cennetin kapılarına doğru yavaşça ilerlemeye başladım. İçimden Yunho'nun olmamasını umuyordum. Ve sanırım şanslı günümdeydim. Bir saniye bile beklemeden kendimi kapıdan dışarı bıraktım.
Hafif nemli çimlerin üstüne düştüğümde gülümseyerek kokusunu içime çektim. Yeryüzüne ilk defa gece iken inmiştim. Ama gözlerim görmekte sorun çekmiyordu. Etrafımı kontrol ettikten sonra temkinli adımlarımla kolyede gördüğüm yere ilerlemeye başladım.
Çok geçmeden vardığımda bir ağacın arkasından etrafı süzmeye başladım. Ama kimse yoktu. Ne bir ses... Ne bir insan.
Tam arkamı döndüğümde karşımda beliren beden ile çığlığı basmıştım. O an kim olursa çığlık atardım ama olan kişi Seonghwa olduğu için elimle ağzımı kapayarak bi adım geriye attım. Sırtım ağaca çarparken Seonghwa bana yaklaşarak aramızdaki mesafeyi kapamıştı.
Elini ağzına götürerek sessiz olmamı işaret etmişti. Ama kalbim yerinden çıkıyordu. Bu sefer heyecandan değil, korkudandı.
O an melek konseyinde öğrendiğim bütün güçlerimi kullanabileceğim aklıma gelmişti. Ama Seonghwa'nın bana ne yapacağı hakkında fikrim yoktu.
Elini ağaca yaslayarak kulağıma eğildi. "Sana zarar vermeyeceğim, sana hiçbir zaman zarar vermek istemedim. Sadece, seni sevdim."
İnanmak istemesemde şu an bana hiçbir şey yapmamış olması bunun kanıtıydı.Cesaretimi toplayarak elimi ağzımdan çektim. "Peki nesin sen Seonghwa? Kimsin sen?" Seonghwa hafifçe bedenimden uzaklaşarak kanatlarını açtı. Simsiyah ve uçları kızılımsı kanatları şeytan kanatlarını andırıyordu ama ufak farklılıkları vardı. İyice kafam karışıyordu.
O sırada Seonghwa kafa karışıklığımı fark etmiş olacak ki aklımdaki sorunun cevabını vermişti.
"Ben Park Seonghwa. Cehennemin Kralı."
~
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Temptation: Seongsang
Fantasi"Güven bana sevgilim, her şey senin için. Sen benim meleğimsin, sadece benim meleğim." © seongsangtrㅣseongsang [texting & fantastic story] all rights reserved start: 02/02/20 end: -