Adile'nin ikinci doğumu olacaktı bu. Bir yandan Necla'yı büyütüyor, diğer yandan hamilelik sıkıntıları çekiyordu.
Bu sefer hastanede doğum yapmamasını söyledi herkes. Çocuk kaçırma haberleri kulaktan kulağa yayılmış, korkmuştu haliyle. Hemşirelerin hastanelerde bebeklerin yerlerini değiştirip ya da "bebeğiniz öldü" diyerek aslında yaşayan bebeği başka zengin varlıklı ailelere sattıkları söylentileri geliyordu kulağına.
Hastaneye kontrole dahi gitmedi. Kasım'da istemedi söylentileri kahvede işittikten sonra. Hatta pişman oldular ilk doğumlarından dolayı şehire gittikleri için.
Kasım ikinci çocuğunun erkek olmasını istiyordu. Kızını seviyordu,hatta ailenin ilk bebeği olduğu için tüm bahçe halkı çok sevdi. Fakat içinde bir erkek evlat hasreti vardı. Zaten Allahu teala ona bir kız evlat vermiş birde erkek istemekle isyan etmiş sayılmazdı. Böyle düşünüyordu.
Tam bir seneyi bir gün geçmişti ki kasım ayının on sekizinde doğumu evde gerçekleşti Adile'nin. Çok sancı çekti fakat ikinci doğumu olduğu için ilki kadar korkmadı. Bebeğini görünceye kadar sabretmeye, dayanmaya çalıştı. Nihayetinde doğdu.
Hemsiye bebeğin göbek bağını kesip, bağlayıp sonrasında hemen yıkayıp kundağa sardı. Nur topu gibi bir erkek evladı olmamıştı Kasım'ın. Yine bir kızı oldu.
Abide koyacaklardı adını, nüfus müdürlüğüne gittiğinde Kasım'ın, kızına koyacağı ismi unutması sonucu nüfus memuru Necla'ya uygun olduğunu söyleyerek Nuray yazacağını söylediğinde kabul etmek durumunda kaldı. Pek de uymuyordu lakin olması gerekiyormuş.
O sıralar iki çocuğu ile meşgul olup onlara bakarken ailenin günler haftalar ve ayları farkına varmadan geçti. Kasım'ın bir büyüğü olan ablasının da aynı zamanda bir oğlu olmuştu. Üç oğlan doğurmak ile övünüyordu Adile'nin yanında Kasım'a karşı.
Sebahat; Kasım'ın büyük ablası idi. En büyükleri olan Halide ablası on iki yaşında berdel gittikten sonra, ona o bakıp ilgilenmişti. On beşine vardığında Sebiha'yı; Enver dayısının hanımının bir akrabası ile evlendirmeye karar verip yaşı küçük olduğu için vekaleti babasından alarak nikahını kıymışlardı bile. Evlendiği adamın ne ismini ne cismini biliyordu.
Nikâhları vekaleten kıyıldıktan sonra kendisine ancak haber verildi. Eşinin isminin Servet olduğunu, biraz deli olduğunu ama artık onun karısı olarak hakkından gelmesi gerektiğini, ne derse yapmasını söylediler. Görüştürmek için aynı odaya koyduklarında Servet pantolonunun kemerini çözmeye çalışarak bir yandan "Bana erkek değilsin diyorlar. Ben erkeğim göreceksin" diye söylediğinde onun hakkında neden deli diye bahsettiklerinin yeni farkına varabilmiş ve zor durdurabilmişti adamı. O günden sonra adı Deli Servet olarak kalmıştı .
Evlenip Erzurum'a gelin gitti. Orada bir oğlu oldu. Kayınvalidesi, kayınpederi ve onların ailesi ile beraber yaşıyorlardı. Doğunun köy şartlarında daha zor ve sıkı bir ortamdaydı. Ayıp diye ağızlarını yazma ile kapatıyorlar, kayınpederin yanında çocuklarını kucaklarına almıyorlardı. Hatta anneleri için ağlayıp ölecek duruma gelseler dahi alamıyorlardı. .
Sebahat'ın oğlu bir yaşındaydı. Bebeği ile ilgilense ev işi yapmamak için yalandan çocuğa baktığı söylendiğinden dolayı evin işleriyle uğraşmaktan çocuğa bakmaya vakit bulamıyordu. Bebek bakımsızlıktan fakat esasında annesizlikten hastaydı. Soğuk kış günleri hem sobayı yakıyor bir yandan yemek yapıyor, bir yandan temizlik işleri ile uğraşıyordu. Bebeğin ağlama seslerini duyuyor ama kayınpederi ile aynı odada olduğu için yanına gidip kucağına alıp sarılamıyordu.
Kimse de hastaneye götürmüyordu. Çocuk ağlamaktan morarmış Sebahat arada tezek ve odun atma bahanesi ile odaya giriyor, ağzı ve burnu yazma ile örtülü sadece gözleri görünür vaziyette uzaktan bebeğine bakıyordu.Kayınpederi düşünüp de kalkıp diğer odaya geçmiyordu, bırakmıyordu ki kadın çocuğunu emzirebilsin.
Sebahat tezek atmaya ikinciye odaya girdi. Bebek halsiz ve yüzü sararmış beti benzi atmış görünüyordu. Üzüldü haline yavrusunu kucağına almak doya doya sarılmak bakmak emzirmek istiyordu. Öleceğini hissetti Sebahat ama boğazına bir yumru oturmuş bir türlü kucağına almaya gidemiyordu bebeği, yoksa döverlerdi, Servet'e de dövdürürlerdi, öyle yetiştirmişlerdi ayıptı. Kayınpederinin gözlerinin içine bakıyordu çıksa da bebeği ile ilgilense diye. Ama hiç oralı olmadı adam.
Sebahat çıktı dışarı ama aklı bebekteydi. Kısa bir süre sonra tekrar üçüncüye sobaya odun atma bahanesi ile geldi. Bebek sobanın yanındaki sedirde yatıyor iyice halsizleşmiş ve ağlamaktan sesi kısılmış durumda baygın gözleri ile annesinin gözleri içine bakıyordu. Sağ elini kaldırıp "Gel" işareti yaptı Sebahat'e. Beni kucağına al diyordu bebek. Bu işaretinden çok iyi anlayabiliyordu yavrusunu. Eli havadaydı çocuğun, bir an almak istedi ama kayınpederine yalvaran bir göz ile baktığında adamın ters bakışı ile karşılaştı. Cesaret edemeyip odadan çıkarken bebeğin elinin havada öylece kaldığını gördü. İçi sızladı Sebiha'nın. Kafasını dağıtmak için alelacele yemeği yaptı, yiyip de gitseydi kayınpederi bir yerlere keşke.
Ne bahane ile içeri gireceğini bilmiyordu. Çaresiz yine odun kovasını eline alıp cesaretini toplayıp odaya girdi. Yavrusunu görmek için sobaya doğru yaklaştığında adamın bebeğin çenesinden başına doğru bir bez parçası bağladığını gördü. Ölmüştü bebek. Hemde son kez elini kaldırdığında kimse gelip kendisine bakmayarak, bebek hali ile son isteği yerine gelmeyerek ölmüştü.
Yüreğine bir kor düştü. Onların yanında bebeğini kucağına alamazken ağlaması daha ayıp karşılanırdı. Adetleri batsın! Odadan çıkıp banyoya gidip kapıya yaslandı.Eli ayağı titriyordu, öylece kalakaldı. Bu sefer de kayınvalidesi görüp kızdı, orada ne dikildiğini sorup ağlamaması için azarladı,kayınpederi görürse hoş olmayacağını söyledi.
Sebahat ne yapacağını bilemeyip bebeğini öyle gördükten sonra koştu bahçe dışında uzaktaki tandırlığa doğru, hava buz gibiydi. Nefes nefese tandırlığa vardığında kendini tutamadı. Yazmasını çıkarıp sıkıca ağzına tıkadı. Dişlerini sıkıp öyle bağırarak ağladı ki, evladına doyamadan, son kez sarılamadan gözleri önünde bakımsızlıktan, annesizlikten ölmüş ve elinden hiç bir şey gelememiş bir annenin feryadıydı bu. .
Nefesi tükendi, perişan haldeydi. Orada saatlerce ağladı. Bu töreler bu gelenekler acısını yaşamasına bile izin vermiyordu.
Kendine geldiğinde elleri ve ayakları soğuktan kesilmiş, vücudu uyuşmuş, üstü başı toz içinde kalmıştı. Dişlerini sıkıp feryadını duyurmamak için tıkadığı yazmayı ağzından çıkarıp kendini toparlayıp yine yazmayı burnuna kadar örtüp eve doğru gitti. En azından cenazesinde bulunması hak görülmüştü, böyle düşündü. Halbuki neye yarardı ki, o havada bekleyen annesine gel işareti yapan eli, kadının gözünün önünden gitmedikten sonra. Vicdan azabı çekecekti ömür boyu.
Daha fazla burada kalamazdı, psikolojik olarak çökmüş perişan olmuştu. Bu onun için acı fakat gelenekler için acımasız olaydan sonra Eskişehir'e döndüler. Yıllar geçti, bir düşükten sonra bir kızı oldu.
Sonrasında üç oğlu daha olduğunda, çevresine karşı bunun ile övünmek bu acıyı yaşamış bir kadına hiç yakışmamıştı..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANNEMİN HİKAYESİ 🥀 (Gerçek Yaşanmış)
No FicciónAllah'ın rahmetinin en güzel tecellisidir anne.. En çok onlar sever, en çok acıyı da onlar çeker. Her fedakarlıkta bulunurlar evlatları için. Her annenin vardır bir hikâyesi. 🌿 Bende annemin hiç bir kurguya yer verilmeyen hikayesini yazıyorum. 🌾...