Esasında bulunduğu civardaki diğer erkeklere nazaran modern bir adamdı Celal. Mahallede ilk televizyonu o almıştı evine. Diğer komşular onlara gelirdi televizyon izlemeye. Bir kutu içinde sadece siyah beyaz renkler barındıran, küçük insanların yansıtıldığı, Trt'nin en meşhur günlerini yaşadığı dönemler, izleyenlerin gözlerine ilginç bir icat gibi gelirdi. Büyük bir merak uyandırırdı o zamanlar her evde olmadığı için o kutu.
Çocuklarına pantolon da alırdı giymeleri için. Ne kadar Eskişehir de olsa göçtükleri Söğütlü'ye benzeyen ufak bir kasabaydı burası onlar için. Her köyde olduğu gibi burasıda küçük bir yer olduğundan ayıplamalar, dedikodular, söylentiler çabuk yayılırdı. Ondan dikkat ederlerdi her hususa. Kız çocukların başlarını beş altı yaşlarında örttürmüştü örttürmesine ama yaşları küçüktü neticesinde. Bir pantolon giymeleri ayıplanacak çağda değillerdi henüz.
Güzel giyinirdi çocukları, özenirdi diğer çocuklar onlara. Evlerinin karşısında Celal'in ablası Hemsiye ve ailesi otururdu. "Televizyon şeytan aletidir." diyerek sokmamıştı evine meredi ama çocukları da arada dayısıgile gider izlerlerdi.
Hemsiye'ler daha önce Muş'ta oturuyorlardı. O da Erzurum'dan oraya gelin gitmişti. Gelin gittiği aile on kardeşlik kalabalık bir nüfusa sahipti. Epey başlık istenmişti Hemsiye için. Otuz büyükbaş hayvan, bir at, yirmi koyun ve yüklü bir miktar altın. Hatta gelin gittiği zaman o on kardeşlik ev hakkında bu sebepten on ailenin fakir kaldığı söylentileri yayılmıştı köye.
Yıllar sonra Hemsiye'nin kaynı Selahaddin; imam olan kayınpederi ile Konya'nın bir köyüne vaaza gittiklerinde bir kız görüp gönül vermiş, konuşma imkanı bulduğunda ise kız ona kimsesiz olup bu ailede büyüdüğünü, o yüzden zorla o ailenin oğlu ile evlendireceklerini fakat onda gönlü olmadığını söylemiş, o adama eş olmayacağını dile getirerek kendisini kaçırmasını istemişti.
Selahaddin kızı kaçırdıktan sonra bu hikayenin kısmen yalan olduğunu, kızın aslında o adamla evli olup ve istemediği için kendisi ile kaçtığını öğrenmiş fakat iş işten geçmişti. Geri dönüşü yoktu. Bu haber on ailenin evine kor bir ateş düşmüş gibi yayıldı. Kimse ne yapacağını bilmiyor üzüntü ve çaresizlik içinde bekliyordu.
Töre denilen tabular orada da mevcuttu. Soylu bir aşiretin bekar kızını kaçırmak şöyle dursun, evli bir kadını kaçırmak daha büyük namus belası sayıldığından kan davaları da başlatılmış oldu. Namusun küçüğü büyüğü yoktu gerçi, namus denildi mi ya kan dökülür yada zoraki kan bağı yapılırdı.
Kimse bir canın ölmesine sebebiyet vermek istemezdi. İki aile önce bir uzlaşma ve ardından ortak bir karara vararak netice neyse bir an önce yapılması taraftarıydı. Küçük köylerde olaylar çabuk yayılır, kulaktan kulağa dedikodular çoğalır ve çarşı pazarda iki aileden olayla ilgisi olan kim varsa nefret ve fesat bakışlarla göz hapsine alınırdı. Bir an önce sonuca varılmalıydı ki lafa söze mahal olmasın. Zira böyle olaylar sıcakken gelişir ve soğutulmayı beklemezdi.
Önce aile büyükleri zor zahmet bir araya geldiler. Uzun laflar hararetli tartışmalar ardından kan dökülmemesi için "berdel olacak" diye bir neticeye vardılar. "Bir can öleceğine bir kızımızı verelim de kan davaları sürmesin" düşüncesi ile karşı taraf da elmecbur kabul etti bu durumu.
Berdel olacak olmasına ama evlilik çağında kızları yoktu ki bu ailenin. Orada bulunanların tek aklına gelen Hemsiye'nin kızı Halide oldu. Halide henüz 12 yaşındaydı. Kendinden küçük olan iki kardeşine bakıyor, temizlik işlerinde annesine yardım ediyor, yemek pişirirken Hemsiye'nin bir diğer kolu da o oluyordu. Tüm işler onun omzunda olsa da bir çocuktu sonuçta. Daha on ikisinde bir çocuk.. Ve her çocuk gibi onun da çocukluğunu yaşaması, yaşayamamış olsa da kendi evinde, kendi kardeşlerine bakarak ömrünü geçirmek ile yetinmesi gerekirdi. Evlilik onun için çok ağır bir yüktü ve ömrü boyunca bu bedeli unutamayacaktı..
Hemsiye bu haberi aldıktan sonra başından aşağı kaynar sular döküldüğünü ve bir an kalbinin boşaldığını hissetti. Elbette izin vermeyecekti bunların olmasına, kızını küçük yaşta başkalarının mutluluğu için feda etmeyecekti. Daha evlilik çağında değildi ki. Gözyaşlarını silip kalbini soğutmaya çalıştı. Her anne gibi o da kızını kurtarmanın yollarını aradı, hatta uzak bir köye kadar kaçırdı kızını lakin orada da bulup yaka paça götürüp ne yazık ki evlendirdiler.
Bu Hemsiye için büyük bir yıkımdı. Göz göre göre kurtaramamıştı kızını. Bir çeyiz dahi hazırlayamamıştı ve Halide bir kuş olup o yuvadan uçmuştu. Berdel ile gittiğinden ona bir gelin değil de köle gibi davranacaklardı gencecik çağında. Çok ağladı Hemsiye, öyle ciğeri yandı ki bu durumu hiç kabullenmedi ve hep eşinin ailesini suçladı. Oradan çekip gitmek için yer arıyor, bir fırsat olsa da bir an önce herhangi bir şehirde, yoksul da olsa ailesinden uzakta da olsa yaşamak istiyordu.
Bu olaydan bir kaç yıl sonra Varto'da büyük bir deprem olmuş, çoğu evler yıkılmış ve o enkazlar neticesinde bir çok insan hayatını kaybetmişti. Oralarda da artık iş ve geçim kalmadığından gitmek gerekiyordu. Bu bir fırsattı ama kötü bir fırsat olmuştu onlar için. Varını yoğunu toplayıp üç çocuğunu da yanına alarak Çukurhisar'a geldi eşiyle.
Kardeşi Celal'in evinin karşısındaki evi bulmuş oraya yerleşmiş ve burada hayata ayak uydurmaya çaba göstermişlerdi. Hemsiye'nin köye geliş hikayesi de böyleydi..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANNEMİN HİKAYESİ 🥀 (Gerçek Yaşanmış)
Kurgu OlmayanAllah'ın rahmetinin en güzel tecellisidir anne.. En çok onlar sever, en çok acıyı da onlar çeker. Her fedakarlıkta bulunurlar evlatları için. Her annenin vardır bir hikâyesi. 🌿 Bende annemin hiç bir kurguya yer verilmeyen hikayesini yazıyorum. 🌾...