Bölüm 3

7 4 0
                                    


            İstanbul, 2016

Gün tam tepedeyken Hellen masasın üzerindeki dosyaların arasında uykuya daldığını fark etmeden bir rüya görmeye başlarken gerçek olan ve olmayanlar birbirine girmişti. Rüya olduğunu bilmeden kafasını dosyalar arasından kaldırdığında karşısında oturan adamı gördü. Ona karşı bir korku duymadığını aklından geçerken onun yüzünde beliren şefkat ifadesinin ne anlama geldiğini düşünmedi. Kendisine karşı olan bu beklenmedik şefkatli bakışların ardında anlayamadığı bir benzerlik vardı. Biri daha önce kendisine bu şekilde bakmamış olsa da onun bu şekilde birine baktığını görmüş olması gerekiyordu. Zihninde bu denli bir yaratım yapması mümkün değildi. Lakin onu bir yerlerde görmediğinden de onunla da tanışmadığından da emin bir haldeyken bunu kendine açıklayamıyordu.

Hellen başını dosyalardan kaldırıp rüya gördüğünü anladığında uykusuzluğun kendisini yeniden ele geçirdiğini ve bu eksikliği yüzünden saçma yerlerde yeniden uyuyakaldığı gerçeği ile yüzleşti. Metrodan daha tehlikesiz bir yerde uyuduğu için mutluydu ama çalışma saatleri içinde bu halde olmak onun için bir başka başarısızlıktı. Matematik ve fizikteki başarısı bir yana bırakılırsa Hellen kendi gözünde her zaman başarısızdı. Hayat konusunda sınıfta kaldığı gerçeğiyle yüzleştiğinden beri akademik alandaki hiçbir başarısının mutluluğunu duymaz bir halde, kendine ve yaptıklarına duyarsızdı. Diğerleri gibi normal bir hayat istese de neyin daha normal olduğunu bilmiyordu. Kafası hayatı boyunca hiç olmadığı kadar kendi ve geleceği hakkında karışıktı. Olmak istediği kişinin kim olduğundan artık emin değilken olduğu kişi de ona hiçbir yakınlık uyandırmıyordu. Bir boşlukta kalmış ve öylece sallanıyordu. Sanki çok uzun yüzyıllardan beri bir boşlukta kalıp hiçbir şey hissetmediğinden kendini ve kim olduğu gerçeğini unutmuştu. Ve denediği yollarda en sonunda olmaya çalıştığının kendisi olmadığını ona göstermişti.

Hellen'e uzaktan bakmak onu anlamak için yeterli değildi. Lakin onun yakınında da pek kimse yoktu. Duygularını her daim sakladığından ve yakın hissettiği insanlara karşı bile uzak durduğundan onun düşüncelerini de hislerini de bilen tek bir kişi yoktu. Kafasında onlarca ve hatta yüzlerce sorun vardı. Derinlerde bir yerde kendisini rahatsız eden şeyi bulabilmek adına verdiği savaşın sonunda aslında hiç istemediği bir hayatı yaşadığını yeni fark etmişti. İstediği bir akademisyen olmak ya da dahi olarak anılmak değildi. Çocukluğu boyunca akademisyen anne ve babası yüzünden bir aileye sahip olamamışken istediği son şey bile olmayan hayatına çekilmişti. O çocukluğundan beri bir ailesi olsun istiyordu. Evde istediği zaman uyanmak, ne isterse onu yapmak ve okul diye bir derdi olmasın istiyordu. Gereken eğitimi aldıktan sonra bir daha okulun kapısından dahi geçmek istemeyen çocukluk karakteri onu yeniden etkisi altına almıştı. Ve aslında çocukken, Ayasofya'ya gelmemişken aslında ne istediğini daha iyi bildiğini ancak şimdi anlıyordu. Ayasofya onu büyülemiş ve gerçekte istediği şeyleri kalbinin derinliklerine saklamıştı. Hellen hâlâ bunların ne olduğunu bilmiyor olsa da artık yaşadığının gerçekte istediği hayat olmadığını anlama başarısı gösterebilmişti. Tek sorunu istediğinin ne olduğunu bulmaktı. Ki bunu bulması içinde önünde uzun bir zaman vardı. İşinden ayrılması ve sonrasında uzun bir tatile çıkmasıyla kendine gerekeni bulabilir, denemediği şeylerle yeni bir yol çizebilirdi. Bunun için olması gereken tek şart içinde bulunduğu karmaşa ortamına bir son verebilmesiydi. Sonrasında her şey çorap söküğü halinde gelebilirdi.

Gökyüzünde ansızın kara bulutlar belirirken Hellen odasından çıkıp insan kalabalığını arkasında bırakarak Ayasofya'dan ayrıldı. Bir şeyler yemek amacıyla yakın bir yer bulmayı amaçlamış olmasına rağmen ayakları onu önce Yılanlı Sütuna ardından da Şerefiye Sarnıcına götürdü. Restorasyonu devam eden sarnıca uzaktan bakmasının ardından yeniden Divan Yolu üzerinde yürümeye başladı. Ne aradığını bilmeden ve hiçbir şey düşünmeden boşluk hissi ile yürürken Million taşının kalıntılarının yanından geçip Yerebatan'a girmek için sıraya girdi. Uzun olmayan sıra biterken basamaklardan ağır ağır indi. Yerin altında olan hiçbir şeyden hazzetmemesine karşın neden geldiğini dahi sorgulamadı. En son beş yıl önce gelmiş olduğu o günde panik atak geçirdiğini düşünerek kendini bile korumaya almadan sadece yürümeyi seçti. Üzerinde bir şehrin ağırlığı olan tavana bakmak yerine sütunlar arasında kaybolmayı amaçlayarak yürüdü. En sonunda Medusa Başı'nın önünde dikildiğinde onun için üzüldüğünü düşündü. Mitolojinin kendi çocuklarını hikâyelerin yazılması amacıyla kurban verişine fazla takılmamaya çalıştı. Bunu devrimler dahi yaptığından kendinden olana zarar verenlere alışmış olması gerekirdi ama hâlâ kızdığı çok fazla şey vardı. Ki bunlardan biri ve en nefret ettiği olan Medea'nın çocuklarını öldürmesi üzerinden bir ahlaki ders verme isteğiydi. Homeros ve de diğerlerinin durmak dinlenmek bilmeden karakterlerine her türlü ihtimali yaşatmalarına karşı büyük bir nefret duyuyordu. İnsanlara önceden yol gösterilemeyeceğini, bulundukları anın şartları ile hareket edilmesi gerektiğini anlamamışlardı. Anlatılan hikayelerin, olması gerektiği söylenenlerin hiçbirinin yaşanan anda doğruyu ya da yanlışı göstermeye gücünün yetmediğini ne onlar ne de onlardan sonrakiler anlamıştı. Hiçbir zaman tek bir seçenek yoktu. Doğru olan kişinin aldığı ahlaki eğitime göre tek olsa da anın getirileri doğruları bile yolundan saptırıp başka bir geleceği hazırlayabilirdi.

SECRET OF BYZANTİONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin