Bölüm 12

5 3 0
                                    


Constantinopolis, 7 Kasım 1202

Şehir düşmeye yaklaşırken Almirna eski gücünden de isteğinden de uzaktı. Ki istemesi halinde de herhangi bir şey yapamayacağının farkındaydı. Verdiği en son uğraşı üzerinden iki yüzyıl geçerken binlerce yıl geçtiğini, hiçbir zaman bu şehir için bir şey yapamayıp bir oyuna mahkûm olduğunu düşünmüştü. Apollon'un sözleri teker teker gerçek olurken Almirna hiçbir müdahalede bulunamamıştı. Zeus onun şehirle ilgili hiçbir şeyi değiştirmesine, şehri bir an için korumasına izin vermemişti. Bu şehirle ilgilenen asıl kişi o değildi. Artık hayatını sadece bir seyirci olarak geçirirken neden hâlâ var olduğunu bile bilmiyordu. Şehrini koruyamaz, onun için hiçbir şey yapacak bir halde değilken neden şehre mahkûm olduğunu anlamıyordu. Canı şehirle beraber yanarken nasıl hayatta kalabildiğine akıl erdiremiyordu. Şehir yok olup gücü tükenirken neden yaşadığını bilmiyordu. Onunla var olmuş ama onsuz kalmaya doğru hızla sürükleniyordu. Ondan geri kalanlarla yaşayamayacağı bir gerçekti.

Constantinopolis bir deliliğin şehri gibiydi. Tanıdığı hiçbir şey kalmamıştı. Şehri gözü önünde bir canavara dönmüştü. Ya da her zaman bir canavardı ama bunun farkında değildi. Kendi yaparken fark etmediği şeyler Almirna'nın dışarı itilmesiyle kendini ona gösterir bir hale gelmişti. Binlerce yıl önce geldiği topraklarda kimse yokken ve yalnızken mutlu olduğu artık tek gerçeğiydi. Çocuklarının bile yüzlerini unutmuşken tek hatırladığı anısı bu toprağa ilk bastığı andı. Canlanmak istediğini hatırlıyor ama henüz zamanı gelmediği için zamanını heyecan içinde bekliyordu. Beklenen misafirlerden, onların toprağın altına girmesinden sonra o gün gelmesiyle Almirna'nın cenneti gerçek olmuştu. Ancak ne zamanki Byzantion olmuş, o günden sonra bir daha o cennette, İda'da olma hissini kaybetmişti. Olympos'un zirvesinden baktığı insanların bu topraklara gelmesini izlemiş, onlarla beraber düzeleceğini sanmıştı. Ama artık hiçbir şey sandığı gibi değildi. Bir cennette değil cehennemdeydi.

Almirna babasının topraklarının başına gelenleri hatırlıyordu. Babası onun varlığının hiçbir zaman farkında olmasa da annesi her zaman babasından en güzel sözlerle bahsetmiş, onu sevmesi için elinden gelen her şeyi yapmıştı. Onun topraklarının yerle bir edilmesinden ve onun ölmesinden sonra o toprakları her zaman kutsal saymıştı. Hector hoşlanmadığı savaş fikrine rağmen iyi bir savaşçı olarak yaşayıp ölmüştü. Zamanın çocuğu olmaktan başka bir çaresi olmamıştı. Kendi oğlunun ve kızının da buna mecbur kaldığı gibi babası da aynısını yaşayarak ölmüştü. Kimsenin düzeni değiştirmesi mümkün olmuyordu. Zaman her koşulda ve ne olursa olsun kendi çocuklarını yerdi. Ona hizmet edenlere şan verir, ona karşı gelenlerinse sonu ölümdür. Ki kendi çocukları da kendi de ona hizmet ettiği halde sadece yenilmekten ve acı çekmekten başka bir şey yapamıyorlardı. Çocuklarını ilk defa öldürmesinin ardından çekip bitiremediği acı yetmezmiş gibi onların birbiri ile savaşını görmüştü. Uğraşmış, çabalamış ve kendinden vazgeçmiş olmasına rağmen yeniden onları yok etmek zorunda kalmıştı. Onların bir boşlukta güvende olması için onlardan vazgeçmişti. Lakin artık bundan da nefret ediyordu. Yaptığı hiçbir şey kimseye bir fayda sağlamazken onlar için doğruyu yaptığından emin olması mümkün değildi. Kendi elleriyle onların hayatını çaldığını düşünüyordu. Apollon eğer onu o günde bir şekilde yine yanılttıysa belki de asla olmayacak bir şey yüzünden onları yok etmiş olmanın azabı artık onu şehri koruyamamaktan bile daha çok hırpalıyordu.

Asırlardır şehre bağlı olan Almirna kalbinin onun için attığını fark ettiğinde geç kalmış olmanın azabını da taşımaya başladı. Aşklarından ve evlatlarından sonra sevebildiği yegâne şey ellerinden kayıp giderken, kendisi onun için hiçbir şey yapamazken boşlukta asılı kalmış gibiydi. Çocukları nasıl bir boşluğun içindelerse kendisi de aynı haldeydi. Hiçbir şeye gücünü yetiremiyordu. Kronos bile onun elini kolunu bağlamıştı. Uranos'un nerede olduğunu bilense yoktu. İlk topraklardaki kimseye ulaşabileceği bir yolu yoktu. Onlar kendileri gelmediği ya da burada ne olduğunu öğrenmediği sürece onlara hiçbir şey anlatamaz, yardım isteyemezdi. Bir an için birinin buraya gelmesine ihtiyacı vardı. Annesinin bile buraya gelmesine razı olmasına rağmen yüzyıldan beri hiçbir Tanrı ya da Tanrıça bu toprağa ayak basmamıştı. Gördüğü son kişi Zeus'tu ve bir daha şehir adına bir şey yapmaması için gözünü korkutmaya gelmişti. Bir daha da zaten yaptığı, yapabildiği hiçbir şey olmamıştı. Chatillion ve Thoros, Kıbrıs'ı yakıp yıkarken adaya gidip yaşanan acıyı seyretmekten başka elinden gelen bir şey olmamıştı. Her bir insanın nasıl acı çektiğini görürken adanın toparlanamayacağını biliyordu. Andronikos Komnenos, Aleksios'u boğdururken onu durduramamıştı. Thessaloniki düşerken bir dağın en saklı kısmında, toprağının altındayken üstündeki insanların seslerini ağlayarak dinlemişti. Bir zamanlar ilk tapınaktan gelenler gibi, acı çekenler için ağlamış ve bağırmış ama hiçbir işe yaramamıştı. Onlardan hiçbir farkı kalmamıştı. Toprağın altına hapsedilmemesi dışında tek bir farkı yoktu. Acıları, olanları ve olacakları görüyor ama sesini kimseye duyuramıyordu.

SECRET OF BYZANTİONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin