Bugün yeni okuluma başlamadan önceki son günüm. Ve artık babamın deyişle "Çocuk gibi" mızmızlanmayı bırakmış bulunuyorum. Şimdi en yakın arkadaşımı arayacağım, biraz içimi dökeceğim.
Ne sandınız, "asosyal" bir kişiyim diye en yakın arkadaşım olamayacağını mı? Evet, benim bir yakın arkadaşım var. Ece. Uzun sarı saçları beline kadar gelir. Muhteşem bronz teniyle bakanları nir daha baktırır. Gözleri yeşildir, bakanın içine işler sanki. Ben de hep sanki zihnimi okuyormuş gibi bir izlenim bıraktı şimdiye kadar. Tamam o güzeldi, aramızda bariz farklar vardı ama bir insanı gözlerinden tanımanız kesinlikle mümkün. Çünkü gözler doğruyu hep ele verir. Ve onun gözleri de derinlerde bir yerde çok fazla gizlisi olduğunu ve güvenilmez olduğuni fısıldıyordu bana.
Tamam, kabul. Cok da iyi bir kimse olarak tanıttığım söylenemez Ece'yi. Ama ne yapayım ben hep kontrol eden taraf oldum. Hiçkimseye körü körüne en yakın arkadaşım olduğu için de güvenmedim. Her neyse, beni dinleyeceğini umarak çevirdim numarayı.Çaldı, çaldı ve çaldı. Sonunda açmayacağını düşünerek kapatıyordum ki, neşeli sesi kulaklarımı doldurdu: " Ahhaha, bir saniye! Off, ne istiyorsun Aslı, bekliyoruz işte." Tamam, bunu sakin karşılayabilirdim. İçmişti yine,
"Şey... Ece ben Elçin."
"A-, pardon Elçin. Ben şey sanmıştım,"
"Aslı sanmıştın."
"İşin aslına bakarsan-" sesi mahcup çıkıyordu. Ah, hadi ama bu "masum" trajediye daha fazla dayanacak değildim! Ağır ağır yutkundum.
"Önemi yok."
"Ne için aramıştın canım?" Sesini ilgili tutmaya çalışıyordu ama anlamıştım. Arkasından gelen hafif ama içine ne acılar sakladığını haykırır gibi çalan şarkının ve tabii ki Aras'ın sesini duyabiliyordum.
"Onun da önemi yok boşver gitsin."
"Elçin, öylece arayıp sonra da bir sey yok diyerek kapatamazsın. İnsanları zor duruma düşürmekten vazgeç artık, vazgeç!" Sesi bir anda kendini toparlamış, yine her ne içiyorsa ondan ayılmış gibi çıkıyordu. Kalbimin sızladığını hissettim.
"Neyden vazgeçmemi istiyorsun? Görmüyor musun, yanımda kimse yok? 'Ben senin arkandayım Elçin' diyen herkes şu an gerçekten de arkamda. Ama ben arkamda değil yanımda durabilecek birilerine ihtiyav duyuyorum Ece. Ne istiyorsun? Şimi söyle. Senden de mi vazgeçeyim? Yoksa sen benden çoktan vazgeçmiş miydin zaten?"
Kontrolümü bu kadar yitirdiğime inanamıyordum cidden. Uzun süredir söylemek istedeğim daha doğrusu kusmak istediğim seylerdi bunlar."Kendine gelmelisin. Sen... Sen sadece bir an önce kendine gelmelisin. Kimsenin senden vazgeçtiği filan yok. Bunu o aptal kafana sok!"
Bu vazgeçme davasını takmıştım bir kere: "Söyle... Sadece, neyden vazgeçeyim?"
"İnsanları vurdumduymazlıkla suçlamaktan, yüzsüzlükle, acımasızlıkla, ihanetle, melekmişsin gibi davranmaktan vazgeç!" Bunları duyuyor muydum, bu bana zihnimin boktan bir oyunu muydu? "Bunları söylüyor olamazsın... Ben... Ben bunları hak etmiyorum!"
"Sen nazlı bir melek değilsin. Bir bebek de... Çok bunaldım Elçin, ben seni dinleyemeyecek kadar yorgunum." Sen zaten beni ne zaman dinledin ki Ece?
"Ben gidiyorum Elçin." Hissettiğim tek şey şok olduğumdu. Gözlerimden yaşlar akmaya, boncuk ter dökmeye başlamıştım. Bir ya da iki saniye şok içinde anın gerçikliğini sindirmeye çalıştım. "Ne?!"
"Sen, sen ne saçmalıyorsun?!"
"Doğru duydun Elçin. Yoruldum ben. Geri geleceğim, beni merak etme." Ve kapanma sesi...Tüylerim ürperiyordu. Üşüyordum. Çok hem de... Fazlasıyla. Zaten yalnızlığın ateşiyle kavrulan ben, bir de yalnızlığı bir kefen gibi şimdi de üzerime mi giyinecektim?
Neden bir kez olsun, benim de ona ihtiyacım olabileceğini düşünmüyordu sanki? Ben ona heo destek oldum. Aslında ben hiç melek gibi de davranmadım. Beni en çok yaralayan da bu olmuştu. Ben ezelden beridir kabul ediyordum Cennet'ten kovulduğumu. Peki onların kabul edemedikleri neydi? Ne olursa olsun, başıma ne gelirse gelsin benim bu oyunun en başında bir melek olarak yaratılmam mı? Ben cennetimden kovulalı çok olmuştu. Ben Toprak'a karıştığım gece melek olmaktan çok uzak olmuştum. Ama yine de ağlayan, sızlayan Ece olmuştu. Onun yanında duransa ben... Ona en ihtiyacım olduği zamanlarda hep böyle çekip gitmek zorunda mıydı? Ben de nelerden, nerelerden çekip gittiğimi düşündüm. Sahi ya ben kimden çekip gitmiştim. Kimden çekip gitmiştim ki, sonsuza kadar çekilip gidilmeye mahkûm edilmiştim? Belki de ben bir lanetle doğdum, kim bilir?Duvarları yumrukladım, saçlarımı yoldum. Elimde olanı kaybetmenin acısıyla, sesim çıkmasın ağlarken diye yorganımı dişledim. Sanki sesim çıksa da duyabilecek olan var mıydı beni? Herkes tıkamamış mıydı kulaklarını benim çelimsiz çığlıklarıma, yakarışlarıma? Bir tuğla daha, dedim yine içimden. İşte bir tuğla daha eksildi duvarından. Düşün bir bakalım bu eksilen kaçıncı? Bıkmadın mı duvarlarına kendin kendi kendine yeni tuğlalar inşaa etmekten? Ne zamam yorulacaksın, başkalarının yıktıklarını inşaa etmekten? Bırak, bir kez de o enkazın altında kal. Küllerinden doğma, küllerinde tekrar tekrar yan. Yok olana kadar yan ve yok ol. Yoksun zaten. Güçlülük maskeni takdığın sürece de var olmayacsın hiçbir zaman. Ağla, sonuna kadar yaşa acını. Ama acıma kimseye. Onlar sana acıdı mı? Madem maskesiz bir zafer istiyorsun, merhamet etmeyeceksin, sorgulama. Senin arkanda değil yanında olan sana döner zaten. Kürkçük dükkanı mevzu. Ne demiştik? Acını yaşa, onu hisset. Damarlarına dokun, nabzının yakarışlarını hisset. Ona kulak ver. İnan çok zor değil. Ben yaşadım, hala da yaşıyorum. Hissediyorum. Ve ne hissediyorum, biliyor musunuz? Terk edilmişlik, yalnızlık, harabeden farksızlık, yine ve yine ve yine... Terk edilmişlik. Bu kadar kolay mıydı cidden? Birilerinin uğruna birilerini geride bırakmak bu kadar kolay mıydı? Hayırz hayır anlamıyorduk ve anlamayacaktım da...
"Bir gülü kurutur, kurursa unuturum." Sertab Erener
Herkese merhaba! Yine bir acıyla karşınızdayım. Bu seferki farklım Terk edilmişlik damarlarımda kol geziyor. Dün öldürüldüm ve bugün yeniden diriltildim.Ama yeniden tam anlamıyla diriltmek yalnızca ve yalnızca Yaradan'a mahsus değil midir? O dirilttiğini sanıyor. Ama üstüme bir kürek toprak attığını bilmiyor.
Aklımızın dahi alamayacağı o kocaman gökyüzüne bakın. Ne kadar da kusursuz. Mükemmelliğin somut hali adeta. Düşünün, bir delik var üzerinde.Artık o kadar da kusursuz değildir, değil mi? Bir usta çıkıyor her sabah... Herkesten önce... Yine geceleri herkes yattıktan sonra yırttığı gökyüzünü sabah dikiyor. Bıkmıyor, aldatıyor. Her günün sabahı bunu tekrar ediyor. Çünkü biliyor ki usta, onun açtığı yaraları ancak o kapatabilir. Bir daha yaralayabilmek için. Farkında olmasa da...
Bu satırları ilk defa birine ithaf etmek istiyorum. Kendimi beğenmis oldugumu düşünmenizi istemem. Ya da ne düşünürseniz düşünün. Elçin benim sığınağım oldu. Onun yaşadıklarını değik ama hissettiklerini ben hissederken yazıyorum Daha önce de söylemişyim. Bu duygukarı ben bugün hissettim ve yuvama uyarladım.Bu satırlar beni dün öldürüp bugün tekrar dirilttiğini söyleyen ama daha cok yaralamaktan başka bir şey yapmayan ona bağımlı hale geldiğim , bu satırları asla okumayacak olan küçük salağıma -kusura bakmayın ona böyle hitap etmek zorundayım- gelsin.
Benim kalbi çok kırık, çok yaralı. Onun sandığından çok daha fazla...Belki de gökyüzü kusursuzluğundan bir şey kaybetmemiştir?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mum ve Ateşinin Hikayesi
Ficção AdolescenteYeni yerler aynı hayata devamı vaat etmiyordu ve yeni arkadaşlar alışkanlıkları devamında getirirdi.