twelve

31 1 0
                                    


Schh-Mahmut Orhan, Irına Rimes



Bazıları acıyı severdi. Bazıları tatlıyı. 

Bazıları gülümsemeyi,bazıları somurtmayı.

Kimse ortasını istemez, kimse elindekiyle yetinmeyi bilmez. Hep daha fazlası, hep en güzeli. Ben güzel değildim.

Mesela çoğu insan gözlerinin renkli olmasını diler. Mavi isterler ve ya yeşil. Siyah isterler , çünkü renklidir onlar için. Kahverengi gözlü insanların bazıları lens takar mesela renkli olsun diye. Sevmezler kahverengini ama çoğu insan kahverengi gözle doğar. Sen istemesen bile, asıl rengin bu.

Hani insanlar kendilerine renk takarlar. Kimisi masum sanar kendini, beyazım der. Kimisi bad boy sanar kendini, siyahım der. Mavi der,boz der, mor der.

 Ben kahverengiydim işte. Bir türlü kimsenin sevemediği, ama hem de yok sayamadığı. Sahi neden sevemiyorlar? Sen neden sevemedin? Kolaylaştırayım biraz. Neden sevmediğin halde bana dokundun onun ismini fısıldarken?

Midem ağrımaya başlamıştı. Kaç gündür doğru dürüst bir şey yiyememiştim. Ama yine de iştahım yoktu. Kendimi ne kadar zorlarsam zorlayayım, hiçbir şey yapamıyordum. Mıhlanmıştım sanki yatağa. Onun yüzünden düşünmeden edememiştim, ama aslında her şey benim yüzümdendi. En ufak bir gülümsemeye tutunan bendim. Sahi ben o gülümsemeden bana umut verdiğini nasıl düşünmüştüm. İki güldü, beni...öptü diye.  Belki kendinin bile haberi yoktu. İnsanlar böyle değil miydi ki? Bir şey yaptıklarında, yaptıklarının ne olduğunu bilmezler asla. Yaptıkları bir şeyin başkasına umut verebileciğini, başkasının hayatına kötü bir şeyler katacağını bilmezler. Peki ya ben ne yapıyordum? Neden  bir hiss beni bu hale düşürmeyi başardı? Bu kadar mı güçsüzdü ruhum? İyi hissetmiyordum, iyi hissetmezsem nasıl başkalarına iyi olmasını diyecektim?

Nasıl hissedecektim şimdi? Beynimdeki tüm karmaşayı nereye koyacaktım? Nasıl çıkacaktım dostlarımın yanına? Beynimdeki ağrı dinmiyordu, tüm bu olanlar fazlasıyla bana yıkım vermemiş gibi bir de kanserim beni yıkmaya çalışıyordu. Bakalım hanginiz daha hızlı olacaksınız?

Dışarıdan Jimin'le Namjoon'un sesleri geliyordu. "Hayır Namjoon, o odaya girmesini istemiyorum. Ya abim onu görünce daha da kötü hale düşecek , neden bunu yapmakta bu kadar ısrarcısınız?"

"Jimin onların konuşmaya ihtiyacı var. Ancak oturup konuşurlarsa, bir şeyleri yoluna koyabilirler." Bu Namjoon'un sesiydi. Ne konuşacaktık ki? Benim tenimi öperken nasıl Jimin'in adını fısıldadığını mı? Yoksa birden gitmesini mi? Ben o sabah yalnız uyandım o yatakta.

Benim minik meleğim, Jimin'im. Nasıl da masumsun sen bu hikayede. Nasıl da kıyıyorsun canına benim için. Küçüğüm ben sana asla kızgın ve ya kırgın olmayacağım. 

"Hayır dedim!" Jimin sesini yükseltmişti bu sefer. Sonra O'nun sesini duydum. "Jimin, lütfen."

"Ya neden anlamak istemiyorsunuz?" Ayağa kalkıp kapıya yaklaştım. Bu sırada Seokjin konuşuyordu. "Sonra konuşsanız olmaz mı? O zamana daha fazla gerginlik çıkmasın. Zaten yete-" kapıyı açmamla Seokjin'in cümlesi yarıda kesilmişti. "Hobi abi."dedi Jimin yanıma gelip elini koluma koyarken. Ona bakıp gülümsemeye çalıştım. Ama inanın ne kadar yaparsam yapayım gülümseyemedim. Çok istemiştim halbuki miniğime gülümseyebilmeyi.

Seokjin konuşmaya başladı. "Hope Yoongi'nin seninle konuşmak istedikleri vardı." Bunu demesiyle Yoongi'ye baktım. "İçeri geçelim." Kafasını sallayıp araladığım kapıdan içeri geçti. "Abi" Jimin'in konuşmaya başlamasıyla gözlerine baktım. "Sorun yok miniğim." O da emin olup biraz geri çekildi.

The Last~Hoseok's lettersHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin