nuit blanche

197 24 19
                                    

Göz yaşlarını kağıda akıtmamak için verdiği emeği boşa çıkmamıştı. Gülümseyip kapattı beyaz kapağını albümün. Bu sefer bir kenara fırlatmamış, özenle masasının üzerine yerleştirmişti. Her gün içindeki duyguları yazmaya karar vermişti, belki okurdu Sicheng'i. Umut etmekten zarar gelmezdi ya, okuyacağını umut ediyordu. Yapabilecek başka şeyi de yoktu zaten. Telefonundan yükselen ses ile gitme vaktinin geldiğini anlamıştı. Zaman... ne de çabuk geçiyordu öyle. Zorlanarak da olsa kalkmıştı yatağından. Dolabının karşısına dikilmişti. Gününün oldukça güzel geçmesini istediğinden bir yıldır giymeye kıyamadığı, en son Sicheng'inin üzerindeki beyaz tişörtü almıştı. Oldukça soğuk olan sonbahar günlerinde olmalarının hiçbir önemi yoktu. O tişört en son Sicheng'in sıcak vücudu ile temas etmişti. Yüzünde hafif belirginleşen gülümseme tüm enerjisini geri getirmişken donarak ölmemek için üzerine açık kahverengi kabanını almıştı. Hafta sonu boyunca fazlaca dolaşmış olan kahverengi saçlarını taramış, toka ile toplamıştı. Aynaya baktığında görüntüden memnun olmuştu ancak biraz makyaj yapması gerektiğinin de farkındaydı. Hayatının değişmesini istemişti, Sicheng'ine olan sevgisini, özlemini artık içinde tutup kaçmıyordu onlardan. Basit bir kağıt parçası olsa bile oldukça iyi gelmişti.

Evden çıktığında başını gökyüzüne kaldırmış, koyu gri rengindeki bulutları görmüştü. Yakında yağmur yağacak gibi duruyordu, Sicheng'i çok severdi böyle kasvetli havaları. Yeniden onu hatırladığında gülümsemesi daha da olacakmış gibi büyümüştü. Gözleri parlıyordu, hissediyordu bugünün çok güzel geçeceğini. Belki de Sicheng'ini görecekti, kim bilir. Çok geçmeden çalıştığı kitapçıya girmişti Yuta. Sıcak bir havası vardı burasının. Kahverengi ve krem renklerinin hakimiyeti olan bu kitapçı çok büyük bir yer değildi. Belki gelenlerin çoğu aradığı şeyi bulamazdı, oldukça eski kitaplar vardı yalnızca, tam da tarih öğrencisi olan Sicheng'inin arayacağı gibi kitaplar. İçeriye girdiğinde sıcak hava yüzüne çarpmıştı. İş arkadaşı Jaehyun ilk defa onu böyle görüyor olmalıydı ki fazlaca şaşkın duruyordu. Eh, haklıydı da. Nakamoto Yuta'nın ufacık gülümsediğini görmek bile zordu.

Enerjik ve olabildiğince güzel başlayan günün şu an kelimenin tam anlamıyla, mahvolduğu andı. Güzel Sicheng'ini görmüştü, görmüştü de... Hiç görmek istemeyeceği bir şekilde görmüştü. Kitapçının tam karşısında yer alan kafenin camlarının ardında başka birisiyleydi meleği. Mutlu olmasını istiyordu ancak kıskançlığı tüm vücudunu ele geçirmiş, titremesine sebep oluyordu. Onu bir başkası ile öpüşürken görmüştü. Eliyle dokunmaya bile kıyamadığı dudakları ve asla unutamayacağı dudaklarının kiraz tadı başkasının dudakları ile karışmıştı. Jaehyun'un onu omuzlarından tutup çekiştirdiğini bile fark edememişti. Kafası şu an çok fazla meşguldü, Sicheng'inin o görüntüleri ile. Jaehyun yeniden onu sarstığında sonunda bakışlarını neşe ile gülüşen ikiliden çekmiş, endişeli bakışlara odaklamıştı kırgınlık ve göz yaşı dolu gözlerini. Damlalar yavaş yavaş yanaklarından süzülürken sıcak kolları vücudu etrafında hissetmişti. İyi gelmemişti bu sarılma ona. Sicheng değildi ki kolların sahibi, nasıl iyi gelmesi beklenebilirdi? Yine de, yine de o aptal belkileri kullanarak kollarını karşısındaki bedene sarmış, başını omzuna gömüp rahatça ağlamaya başlamıştı. Geçecekti değil mi, bunlar da bir şekilde geçecekti?

Jaehyun ona bugün için eve dönmesini, kalan her şeyi kendisinin halledeceğini söylemişti. Minnettardı bu yüzden ona. Cansız adımları odasını bulmuştu, kapıyı açıp içeriye bir ruh misali süzüldü. Piyanosunun karşısına geçip yeniden başlayan şiddetli ağlaması eşliğinde Sicheng'i ile çaldıkları parçayı çalmaya başlamıştı. Hıçkırıkları piyanonun sesini bastırırken düşünmeden edemedi; keşke, keşke daha güçlü olsaydı. Keşke Sicheng'inin unuttuğu gibi o da onu unutabilseydi. Çok mu şey istiyordu ki?

beyaz gece, yuwinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin