Olaylar bu bölümden itibaren Namjoon tarafından anlatılmaktadır.
-
Kaldığım 3. günün sabahında kahvaltı ettikten sonra odama gittiğimde mavi saçlı genç bir kızın eşyalarımı karıştırdığını görmüştüm.
Tam söze girecekken kız lafımı kesmişti.
"Pasaportun sahte."
"Ne?"
"Pasaportun diyorum, iyi taklit edilmiş. Bizim lobidekilerin bunun gerçek olduğuna inanması çok ilginç."
"Nereden çıkartıyorsun bunları?"
"Üstündeki bir takım saçma işaretlerden ve kağıdın kalitesinin ucuzluğundan... Tanrım, bir lidere çok benziyorsun. Geldiğin yerde belediye başkanlığı falan yapma olasılığın kaç?"
"Hiç. Roman yazarıyım ben."
"Daha önce hiçbir romanını okuduğumu hatırlamıyorum... Kim Namjoon?"
"Çünkü hiçbir romanımı yayımlamadım."
"Yayımlamayı düşünüyor musun?"
"Ben öldükten sonra romanlarımın yayımlanmalarını tercih ederim."
"Neden? Ün mü korkutuyor?"
"Hayır. Yazmak benim dünyaya kendimi anlatma biçimim. İnsanların, hayatımın öğreniş ve arayış yolculuğunu yüklediğim roman karakterleriyle keşfetmesini istiyorum. 80 yaşında bile öğrenmeye devam edeceğim fakat o yaşıma kadar ölmüş olursam insanlar yolculuğumı o zamana kadar yazmış olduklarımla keşfedebilecekler."
"Kulağa çok güzel geliyor. Felsefeni de yaptığına göre artık pasaporta gelebiliriz."
"Pekala... Pasaport olayı için sana ne yapabilirim?"
"Bu otelin sahibi olabilirsin."
"Saçmalama, ne yapabilirim?"
"Ben de sana gerçekten söylüyorum, bu otelin sahibi olabilirsin. Eğer bu otelin sahibi olursan onlara hiçbir şey söylemem."
"Nasıl ve neden bu otelin sahibi olacakmışım?"
"Sence burası bu kadar şatafatlı oluşunu neye borçlu? Tabii ki de çalışanlarına yeterli para verilmediğine ve güzel muamele uygulanmadığına. Emin ol ki çalışanların kötü muamele görmesi senin bu otelin sahibi olmandan daha fazla çılgınca. -Her ne kadar sahtekarlık yapmış olsa da- lider vasıflı bir roman yazarı bu oteli baştan yaratabilir!"
Dedikleri bir yandan mantıklı bir yandansa mantıksız geliyordu.
"Çıldırdın mı sen? Bir pasaport için otelin sahibi mi olacağım? Teslim olurum daha iyi."
"Hapishanede hayatı nasıl öğreneceksin? Onu geçtim ya idam cezası falan alırsan? Felsefeni uygulayamadan kendi hayatını kıymetsizmiş gibi çöpe atacaksın, hayatın boşa harcanmış olacak. Gerçekten bunu mu istiyorsun?"
Bu dedikleri yüzünden çok fazla arada kalmıştım. Dedikleri bir bakıma doğruydu. Hayatımın boşa gitmemesi için mecbur bu "çılgınca" fikri kabul edecektim.
"Tamam, otelin sahibi olacağım fakat sen de bana yardım edeceksin."
"Tabii ki de yardım edeceğim yoksa sana niye otelin sahibi ol diyeyim?"
"Aklında bir plan var mı?"
"Planı sabaha karşı 4'te deniz fenerinin önünde konuşabiliriz. Orası gece yarısından sonra baya tenha ve güvenli bir yerdir."
"Sabaha karşı 4 mü? Peki, olur. Bu arada, adın ne Bayan Avatar?"
"Veronica. Veronica Kruczynski. Buluşmayı unutma ve buluşmaya gecikme."
Ardından Veronica işinin başına döndü.
Saçları mavi bir ortancanın renginde, vücudu süt tenli ve zayıfçık Veronica... O kadar başı dik, güçlü ve cesur biriydi ki bazen elimde olmadan onun bu huylarına hayran kalırdım. Ama bir duygusu vardı ki, yaşayacağımız olayların baştan aşağı demişmesini sağladı: Bana duyduğu aşk. Ona da zamanla geleceğim.
Onu hatırlamak acı dolu bir mutluluk veriyor. Şimdilik burada bırakabilir miyiz lütfen? Ağlamadan anlatamadığım için kusuruma bakmayın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the montauk hotel | kim namjoon
FanfictionHenüz hiçbir kitabı yayımlanmamış olan roman yazarı Kim Namjoon ve ortağı, Montauk Oteli'nin gözde simgesi olan Mavi Serçe tablosunu çalarlar. Olaydan bir süre sonra ortağı hafızasını sildirir, Kim Namjoon ise hapistedir. ❝ Eğer beni özlerseniz beni...