Geceydi.Hafif bir rüzgar vuruyordu, ıslak yüzüne. Üşütmüştü biraz. Zaten üzerinde incecik bir tişörtten başka neyi vardı ki bu soğuk sonbahar akşamında?
Gördüğü ışıkların hikayelerini merak etti. Birinde acı, birinde sevgi vardı. Bunu biliyordu ama yine de derinlerine inmek istedi. En çok hangisi vardı o ışıklarda?
Acı mı, sevgi mi vardı?
Kendisine benzer bir sürü ışıkla bakıştığını biliyordu. O ışıklardan biriydi evi. Acının olduğu evlerden biriydi ait olduğu yer. Az ağlamamış, az canı yanmamıştı sonuçta...
Zaten son geceni yaşayacağını bilmek cesur olmanı sağlıyordu sanırım. Bu yüzden uçurumun en ucuna gitmişti korkusuzca, küçük. Evet, ölümü bu uçurum olmayacaktı belki. Annesinin mezarının yanı olacaktı. Toprağına toprak olacaktı onun. Ama burada ölsede pişman olacak hali yoktu bunu için. Nasıl olsa bütün çıkışlar onun için annesinin güzel kollarının arasına çıkıyordu.
Ayağını boşluğa doğru uzattı. Uçuşan uzun saçları önünü görmesini biraz engelliyordu.
Sonra hissetti. Güzel annesi gittiğinden beri ilk defa sıcaklığı hissetti, hem bedeninde, hem de kalbinde. "Canın yanacak!" Kendisini çeken küçüğün üzerine düşmemek için iki elini yanına açmıştı hemen. Ancak toprak olan elleri durduramamıştı üzerine düşmesini. Telaşla üzerinden kalktı.
"Özür dilerim! Neden çektin ki beni kendine?!" Kirli elleriyle diğerini de kaldırırken inceliyordu masum yüzünü. Minicik bir şeydi. Bu saatte burada tek başına ne yapıyordu ki? "Sorun değil ve sen deli misin? Ne yapıyorsun orada?! Ya canın yansaydı?!" Histerik bir kahkaha atıp pek de büyük olmayan ağacın yanına oturdu, sırtını gövdesine yasladı, Yoongi. "Evet, ben bir deliyim. Özlediği annesinin yanına gitmek isteyen bir deli." Küçük onu dikkatle dinlerken kendisine oranla oldukça büyük olan elleri tutmuş, yanından hiç ayırmadığı mendiliyle silmişti onun yüzünden kirlenen elleri. "Annen nerede ki?" Silinmiş ellerine gülümseyerek baktı. "Annem toprak benim. Bende toprağına toprak olmaya gidiyorum bu gece."
"Annen cennette mi?" Mendilini tulumunun cebine atarken görmüştü, diğerinin dolmaya başlayan gözlerini. Yaptığı hatayı anlayınca ağzını bile tam anlamıyla kapatmaya yetmeyen minik elini oraya görürdü, özürlerini sıralamaya başladı tanımadığı yabancıya. Diğeri ona gülümsemişti. "Evet, annemin evi cennet benim. Ben de onun yanına gitmeliyim. Gece uykularım, gündüz gülüşlerim, her daim nefeslerim çalındı çünkü benim."
Korkuyla büyüğünün önüne geçti, Jimin. Dedikleri korkunçtu! "Ne diyorsun sen! Çok güzelsin. Kim sana bunları yapabilir ki?" Yanaklarına çıkmış minik elleri aldı, kalbinin üzerine koydu, büyük. "Yanılıyorsun, küçük. Güzel değilim ve bunun için kalbim çok kesildi benim." Dolan gözleriyle büyüğüne baktı, minik. Gözleri kapalıydı ve yaşları yanaklarından süzülüyordu. Dayanamayıp öptü onları. Diğeri gerileyip gözlerini açmıştı. Uzun zamandır sevgi ne, unutmuştu çünkü.
" Ben yalan söylemem hiç. Ve sen çok güzelsin. Seni kırabildiklerine göre onlar çok iğrenç olmalılar. Ama hep iyiler kazanır ki! Sen de kazanırsın eğer yaşarsan!" Başını iki yana salladı, Yoongi. Nemli yanaklarının üzerindeki minik eli elinin arasına aldı. Bu kadar küçücük ve yumuşacık olması gülümsetmişti onu. Okşadı biraz.
" Annem beni bekliyor, küçük. Ona söz verdim ben. " Ellerini çektiği için kırgınlıkla ona baktı, büyük. Sinirli yapmaya çalıştığı yüzü çok tatlıydı. Tekrar güldü. "Bana söz ver! Olmaz mı? Büyüdüğünde bul beni. Bana söz ver, hyung. Büyü ve bul beni! Beklerim ki ben!" Dayanamayıp ağlamaya başlayan küçük çocuğu kendine çekti, Yoongi. Kendisine akan yaşlarını siliyordu, sessizce. Diğeri ise onun ölmek için çok güzel olduğunu haykırıp duruyordu. "Gidemezsin! Ölmek için çok güzelsin sen! Ölüm sana hiç yakışmaz ki!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝙎𝙞𝙭 𝘿𝙚𝙜𝙧𝙚𝙚𝙨 𝙊𝙛 𝙎𝙚𝙥𝙖𝙧𝙖𝙩𝙞𝙤𝙣 | ʸᵐ ✔️
Short Story"𝑫𝒖̈𝒏𝒚𝒂 𝒖̈𝒛𝒆𝒓𝒊𝒏𝒅𝒆𝒌𝒊 𝒉𝒆𝒓𝒌𝒆𝒔𝒆 𝒔𝒂𝒅𝒆𝒄𝒆 𝒂𝒍𝒕𝜾 𝒂𝒓𝒌𝒂𝒅𝒂𝒔̧ 𝒖𝒛𝒂𝒌𝒍𝜾𝒌𝒕𝒂𝒔𝜾𝒏𝜾𝒛."