Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Johnny Seo, havaya sıçrayarak bir üçlük attığında, potaya giren topla yedek bankında oturan tüm oyuncular ve koç, bağırarak ayağa kalktı. Kızların hepsi deliler gibi bağırıyor, velilerden tutun öğretmenlere kadar herkes ayağa kalkmış, tezahüratlarıyla spor salonunu inletiyordu. Amigo kızlar ise salonun bir ucundan diğer ucuna taklalar atarak zıplıyordu.
Ve onlara heyecandan elleri tir tir titreyen ben de dahildim.
"Bravo Şahinler!" diye bağırdım, diğerlerinin aksine yerimden kalkmadan.
Johnny, yüzündeki özgüvenli gülümsemeyle amigo kızlara bir öpücük attı ve tüm okulun toplandığı tribüne zaferle bağırdı. Hemen karşı tribünde oturan rakip takımın okulu ise çoktan yenilgiyi kabullenmişler, bıkkınca maçın bitmesini bekliyorlardı.
Sertçe yutkunarak Johnny'nin tişörtünün ucunu kaldırarak suratını silişini izledim. Yorgunluktan derin ve hızlı nefesler alıyor, göğsü telaşla kalkıp iniyor, susuzluktan aralanmış dudaklarını diliyle ıslatıyordu.
Titrek bir nefes aldım.
Çizim defterimin her bir sayfasını süsleyen bu basketbolcu çocuğun güzelliğinin sınırları, basit bir defter sayfasından çok daha derin, zihnimin en kıyıları ve çok daha ilerisiydi.
Tepeden sıkıca bağlanmış, uzun, siyah saçlarımın tokası koparak, siyah, boğazlı kazağıma, omzumun üzerinden göğsüme kadar döküldüğünde, beynim Johnny'nin gülüşüyle öyle uyuşmuştu ki tepki bile vermedim. Altımdaki dar kot pantolonumun üzerinde duran ellerim, şu karelerin, şu anda resmini çizemediğimden olsa gerek, devamlı kasılıp duruyordu.
Çizmem lazımdı.
Kucağımdaki ufak çizim defterini açtığım anda her bir sayfayı kaplayan Johnny Seo'nun yüzüne ve etrafımdaki onlarca insana rağmen, her şeyi boşverip, yine de onun elle tutulur, gözle görülür her bir çizginin ötesindeki güzellikteki detaylarını çizmem lazımdı.
Sıçrayarak nasıl topu potaya attığını, formasını kaldırarak terini silişini, tribünlere zaferle bağırışını tam da şu an çizmeliydim. Maç biter bitmez üzerimi bile değiştirmeden, ayaklarımı arkama vura vura resim odasına koşacağım bir gerçekti fakat ben Johnny'nin güzelliğini aklımda kaldığı kadarıyla değil, her detayıyla, o an olduğu gibi çizmek istiyordum.
Sonra belki çizime aslında olmayan birkaç şey eklerdim. Adonislerine birkaç çiçek dövmesi eklerdim belki, ya da çığlık çığlığa bağıran kol damalarını ortaya çıkaran sıktığı yumruklarına birer buket çiçek bırakırdım.
Düdük çaldı, hakem elini kaldırdı ve ezici bir üstünlükle Illinois Kartalları maçı kazandı.
Tüm takım Johnny'yi sırtlarına alarak kaptanlarına tezahürat ederlerken, ben anında ayaklanarak koşar adımlarla spor salonundan çıkmak için hareketlendim.
Johnny'nin yüzü çizim defterimde güzel, tuvalimde daha güzeldi.
Ama ben çizimlerimin, Johnny'nin üzerinde en güzel duracağına yemin edebilirdim.
Ayağa kalkmış, tribünlerin ortalarına doğru yürüyordum ki son bir kez yüzüne bakmak için durksayarak sahaya döndüm. Yüzünün her bir detayı ezberimdeydi, ben sadece yüzünü daha çok görmek istediğim için dönüp baktım. O sırada basketbol formasının üstünü çıkarmış, boynuna asmış Johnny Seo'nun gözleri, gözlerimi buldu.
Pembe dudaklarını diliyle ıslattı ve terden nemlenmiş saçlarını geriye itti. Saçlarının arasından yol almış, göğsüne kadar ulaşan ter damlaları, çıplak göğsünde parlıyordu. Kırmızı çizgili, siyah-beyaz formasının altı bile terden ıslanmıştı. Bir anlığına acaba onu boyamama izin verse ne olur diye düşünmeden edemedim.
Göğsüne uzun bir sarmaşık çizsem, hatta belki birkaç karahindiba boynundan nasibini alırdı. Sağ bacağının üzerine doğru, kasık hizasında narin, sade, birkaç tutam lavanta...
Ne bok yiyorsun?
Başımı sallayarak kendime gelirken, Johnny de bana gözlerini dikmiş, neden baktığımı anlamaya çalışır gibi boş boş bana bakıyordu. O sırada amigo kızlardan Sarah Chung, sarı saçlarını savurarak göz kontağımızın arasına girdi. Sarah, kollarını Johnny'ye sararken, elleri onun göğsünde durdu.
Kaşlarım hafifçe çatıldı.
Çizimlerime dokunulmasını sevmezdim. Yazık olmuştu, hâlbuki kızın elinin durduğu yere ne güzel orkide çizilirdi...
Çık git şuradan, rezil olacaksın.
Sonunda gözlerimi Johnny'nin gözlerinden çekebildiğimde, arkamı döndüm ve hızlı adımlarla spor salonunun çıkışına ilerlemeye başladım.
Ellerimi yumruk yaparak adımlarımı aşağıdaki, bodrum kattaki resim odasına yönlendirdim.
Boş koridorda yalnızca benim ayak seslerim yankılanırken, dudaklarıma ufak bir gülümseme yerleşti.
Johnny'nin güzel zihni soyutluğu bir yere kadar anlayabilir, benim düşüncelerimi sınıflandırabilirdi. Büyük ihtimalle ona aşık olduğumu falan sanıyordu.
Alayla güldüm.
İnsanlar... Sadeleştirmeyi, kalıplaştırmayı seviyorlardı. İnsanlar karmaşık tanımsızlığı değil, basit netlikleri istiyorlardı.
Onlar benim siyah-beyaz dünyamdaki renkleri görmezdi.
Benim bir yumruk kadarlık kalbimin içinde, Johnny Seo'ya çıkan her bir yol, aşk gibi basit bir kalıptan çok uzak, hayranlıktan çok daha fazla ve ufuktan çok daha genişti.
"Tüh..." diye mırıldandım, karşımda kalan resim odasının kapısını açarken. İçeri geçerek kapıyı kapatırken, arkamda bıraktığım boş, karanlık koridora dudağımın ucuyla gülümsedim. "Ne basit, ne sığ..."