2

1.6K 202 66
                                    

Enstrüman çalıyorsan, enstürmanın senin bir parçanmış gibi düşüneceksin, derlerdi. Entürmanınla bir ol, tıpkı kolunmuş, bacağınmış gibi. Öyle yap, öyle düşün, kendini öyle bir soyutla ki enstürmanın bile kendini sana ait hissetsin.

Benim enstürmanım yoktu ama tuvale sürülen her bir damla boya, bendim. Boyalarla bir olur, tuvale sızar, tuval olurdum. Boya yoksa kalem olur, çizgiye dönüşür, kağıt olur, kağıttaki resim olurdum. Parmaklarım fırçam, tuvaldeki boyalar zehirli düşüncelerim, ortaya çıkan şey ise benim kendi zehrimdi. Genelde Johnny Seo'nun uzun, yapılı silüeti, bazen damarlı elleri, güzel gözleri gibi elmas kadar küçük ama pahabiçilemez detayları...

Johnny Seo benim zehrimdi.

O, beni zehirlerdi.

Ben de tuvalimi.

Benden bağımsız, rastgele çizdiğim çizgilerim, beni şaşırmazken, kendi kendime gülmeden edemedim. Tuvalde beliren Johnny'nin karakteristik yüzü, ağzında birkaç çiçek taşıyordu. Gölge verip onu tıpkı kafamda olduğu gibi gerçek ve canlı tutmak için fırçamı boyaya uzattım ki, elimdeki boşluk hissiyle, gözlerim kapandı.

"Siktir..." diye tısladım, kısık bir sesle.

Resim çizerken araya girilmesini sevmezdim. Dikkatim dağılır, zaten olduğundan daha hızlı çalışan beynimin içindeki düşünceler koşuşturmaya devam ettiğinden, hiçbirini yakalayamazdım.

Hızlı düşünür, dikkatim dağıldığı anda en az dokuz, on tanesini kurban verirdim.

Genelde ağzımdan çıkarmadığım, odaklanmama yardımcı olan naneli, iyice kayışa dönmüş sakızı yenisiyle değiştirerek eskisini yanımdaki çöpe attım. Boya kutuları ta en üst katta, malzeme odasındaydı. Gözlerimi devirerek boyaya bulanmış ellerim için birkaç ıslak mendil aldım ve ayağa kalktım. Lanet olası resmi olabildiğince hızlı ve az fikir kaybederek tamamlamam lazımdı.

Ellerimi silerek atölyeden çıktım ve adımlarımı üst kata yönlendirdim. Temiz bir fırçayla topladığım uzun, siyah saçlarımdan birkaç tutam monolid fakat ela gözlerimin önüne düşmüştü. Beyaz, salaş gömleğim ve siyah kotum, sonbahara göre oldukça inceydi fakat üşümeyi severdim, sorun değildi. Ellerimi sildiğim, artık boyaya kaplı ıslak mendilleri köşedeki çöp kutusuna atarak merdivenlerden ikinci kata çıkmaya devam ettim.

O sırada karşıdan gelen kalabalık erkek grubunun basketbol takımı olduğunu, yalnızca üstlerindeki beyaz detaylı, kırmızı-siyah kolej ceketlerine bakarak söyleyebilirdim. Her zamanki gibi ilginin odağı Johnny Seo ortadaydı, gülerek bir şeyler anlatıyordu.

Kulağının arkasında duran bir iris çiçeği, kim bilir taranmış, siyah, yumuşak saçlarıyla ne kadar güzel dururdu.

Koşarak yanına gelen ve koluna giren sarışın kıza en az kızın yüzündeki kadar neşeli bir gülüşle baktı. Onlara daha fazla bakamayarak yüzümü buruşturdum, başıma ağrılar saplandı.

Sarah Chung'la bir derdim falan yoktu, Johnny'yi kıskanıyor da değildim. Beni rahatsız eden, kızın elleriydi.

Johnny'nin üzerinde dolaşan elleri.

Kafamın içinde, Johnny'nin üzerinde beliren onlarca çizimde ellerini dolaştırıyordu. Kişisel değildi, resimlerime dokunulmasını sevmezdim.

Johnny'nin gözleri, o ikisine bakan gözlerimi bulduğunda, ona çok takılmadan önüme döndüm ve adımlarımı hızlandırarak, birkaç adım uzaktaki malzeme odasına girdim.

Johnny hakkında pek endişelendiğimi ya da düşündüğümü söyleyemezdim. Onun aşkını, öpücüklerini ya da sevgi sözcüklerini istemiyordum.

Malzeme odası karanlıktı. Kapının yanındaki ışıkları açtım. Boya kutuları anında gözüme çarparken, kutular fazla ağır ve büyük olduğundan yalnızca siyah ve sarıyı aldım. Şimdilik ihtiyacım olanları almam yeterliydi, diğerlerini başka bir zaman götürebilirdin.

Bir anda aralık bıraktığım kapının kapanmasıyla, olduğum yerde kaldım.

Arkamda birisi vardı.

Başımı arkama doğru çevirerek omuzumun üzerinden kapıya baktığımda, kapıyı kapatmış, sırtını da kapıya yaslamış Johnny Seo, dudağının ucuyla gülümsedi.

"Hey."

Tek elini kaldırmış bana bakan çocuğa, yüzümdeki tek bir kası bile oynatmadan baktım.

Gözlerime korkusuzca bakan gözlerine, en az onun kadar cesur baktım. Beni severdi, çoğu zaman imrenir, düşünme tarzımı anlamaya çalışırdı. Ben konuşurken hayran gözlerle bana odaklanırdı.

Biliyordum, her şeyin farkındaydım.

Ben bu dünyaya küçümsenmeyecek ya da görmezden gelinmeyecek kadar fazlaydım.

Kalçamı arkamdaki masaya yasladım ve dudaklarımı araladım.

"Hey."










take off your clothes ➵ johnny seo✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin