5

1.4K 182 94
                                    

Johnny'nin odası beklediğimden çok daha farklıydı. Onlarca basketbol madalyası, yatağın karşısında bir televizyon ve siyah-beyaz bir oda takımı bekliyordum.

Duvardan monte bir kitaplık, ahşap bir oda takımı ve basketbola dair hiçbir şey olmayan bir oda değil.

"Hepsini okudun mu?" diye sordum, kitaplığa yaklaşırken.
Başını onaylar gibi salladı.
"Evet. Senin okuduklarınla pek alâkası olduğunu sanmıyorum ama ben de bir şeyler okuyorum." dedi, yatağına oturarak.

Yere çöktüm ve elimdeki çantamı bırakarak, kitaplara daha yakından baktım. Genelde Yunan mitolojisi, felsefi ve tarihi kitaplar vardı. Kaşlarımın şaşkınca havalanmasına engel olamadım.

Johnny Seo gerçekten beni her seferinde şaşırtmayı başarıyordu ve ben de her seferinde buna daha çok şaşırıyordum.

"Evet, benim okuduğum tarzda değiller." dedim, başımı sallayarak.

"Sen ne tarz okursun mesela?" diye sorduğunda, gözlerimi sırtımda hissettim.
Başımı arkama, ona doğru çevirdim. Yatağında oturmuş, gözlerini üzerime dikmişti. Hafifçe gülümsedim.
"Şiir, roman."
Kaşları şaşkınlıkla havalandığında, gülmeden edemedim.

Ne yani, elit bir marjinalim diye illa felsefik, karman çorman, ideolojik kitaplar mı okumam gerekiyordu?

"Senle ben..."
Elimdeki kitabı yerine bırakırken, ayağa kalkarak ona doğru yaklaştım.
"... Apollon ve Dionysos gibiyiz." dedi, yanında oturuşumu izlerken.
Sorar gibi tek kaşımı kaldırdım.
"Sanat Tanrısı ve Şarap Tanrısı?" diye sordum, anlam veremeyerek.
Sorar gibi baktığında, o an ne demek istediğini anlayarak hafifçe gülümsedim.

Sanatın tanrısı olduğumu söylüyordu.

Anlamadığım şey ise neden kendisini öyle bir karakterle ilişkilendirdiğiydi ve içimden bir ses, çok şaşıracağımı söylüyordu. Johnny Seo'nun bir karışlık kafatasında en az benimkinde olduğu kadar çok yılan dolaşıyordu.

"Neden kendini onunla ilişkilendirdin?" diye sordum, tek elimi yatağa yaslayarak.
Gözlerini odasının bir köşesine dikti.
"Dışarıdan öyle durmuyor muyum? İçkici, taşkın, sınır tanımaz... Benimle konuşmadan önce düşünce yapımın böyle olduğunu tahmin edebilir miydin?"
Gözleri beni bulduğunda, aslında Johnny Seo'ya dair hiç fark etmediğim bir şey fark ettim.

Benim ağzımdan düşürmediğim naneli sakızlarıma benzer olarak, ağzında naneli bir şeker vardı.

Gözlerimiz buluştuğunda, gözüme sokar gibi naneli şekerini ağzında çevirdi.

"Ama sana bir şey söyleyeyim mi? Apollon, aslında benim." dediğinde, şaşkınca kaşlarını çattım.
"Ne?"
"Ben akılım. Öçer, biçer, elimle tutarım. Sen ise insan doğası"
Sol elinin işaret ve orta parmağı sağ şakağıma yaslandığında, eğilerek gözlerime direkt olarak baktı.
"Kafanın içindekileri gerçek sayar, içgüdülerinle insanların kafalarının içine sızar, onların tüm inançlarını yıkarsın."

Olduğum yerde donakaldım.

Kulaklarımın arkasından enseme kadar her yerim cayır cayır yanıyor, ellerim ve göğsüm tir tir titriyordu.

Johnny Seo benim diğerleriyle oynadığım gibi benimle oynuyordu. Benim oyunumu, benim kurallarımla oynuyordu. Beni daha çok korkutan ise bunu yapıyor oluşunun sebebi beni korkutmak değil, bana kendisini tanıtmak istemesiydi.

Dudaklarımı aralayarak titrek bir nefes aldım.

"Kıyafetlerini çıkar."

"Ne?" diye sordu şaşkınca.
Ayağa kalkarak odanın bir köşesine bıraktığım çantamda boya aramaya başlarken, göz ucuyla ona baktım.
"Kıyafetlerini çıkar." diye tekrar ettim, sonunda bir-iki fırça ve suluboyayı andıran yağlı boya paletimi bulurken.
"Bak, önce şunu bir söyleyeyim, ben kendime kız arkadaş falan aramıyorum. Yanlış hislere kapılma." dedi, gömleğini üzerinden çıkartırken.

Yalan.

Gözlerimi devirerek boyalarımla beraber ona doğru ilerlemeye başladım.

İşte benim asıl tanıdığım, güzel yüzlü, plastik beyinli Johnny Seo tam olarak bunu söyleyecek biriydi. Üstelik yalan söylediğini çok iyi biliyordum.

Yalnızca iç çamaşırıyla kalmış hâlde bana bakarken, elimdekileri yatağa koydum.

"Güzel..." diye mırıldandım, başımı sallayarak.
Dizimi yatağa yaslayarak kucağına oturduğumda, ellerim çıplak göğsünü buldu. Hafifçe ittirdiğimde, arkasına doğru düşerek yatağa uzandı.
"... Ben de."

Boya paletimi açarken, ellerimin ilk defa bu kadar çok titrediğini fark ettim. Göğsüm hızlı hızlı inip kalkıyor, tüm vücudum üşüyor fakat aynı zamanda da acı verircesine yanıyordu.

Eğilerek Johnny'nin göğsüne yaklaştım ve ne tepki vereceğini görmek için biraz bekledim. Sadece merak ediyordum.

Onun üzerindeki etkimi merak ediyordum.

Başı geriye iyice yaslandığında, yukarıya doğru yükselen adem elması, yutkunuşuyla hafifçe hareket etti. Beyaz teni, loş odayı aydınlatan küçük abajurun ışığında parlıyordu. Siyah, yumuşak saçları yatağa dağılmıştı. Ellerini saçlarına daldırdı ve eş zamanlı gözleri kapandı, pembe dudakları aralandı.

"Yap artık." diye mırıldandı, hafif çatlamış bir sesle.

Hafifçe gülümsedim ve uzun zamandır yapmak istediğim gibi fırçamı siyah boyaya batırarak boynuna yöneldim. Kulağının arkasından omzuna doğru uzanan bir çiçek sarmaşığı çizmek, şu an kafamdaki tek şeydi. İnce bir hat çizerek gözlerimi tepkisine bakmak için yüzüne çevirdim. Kapalı gözleri aralanmış, yüzüme doğru çevrilmişti. Tek eli tekrar saçlarının arasında dalarken, diğer eli ise benim bacağımda durdu.

En azından ben durduğunu sanıyordum.

Eli, her yerdeydi.

"Dikkatimi dağıtma." diye mırıldandım, çizdiğim ince hatta daha çok çizgi ekleyerek sarmaşıklaştırırken.
"Üzgünüm." diye mırıldandı, hataları düzelttiğim, siyah boya bulaşmış parmaklarımı izlerken.
Temel hatlara çokça çiçek ve ufak tefek detaylar eklediğimde aslında kafamın içinde durduğundan çok daha güzel olmuştu.

Sarmaşığın göğsüne uzanan küçük, ince bir kısmına hafif bir öpücük kondurduğumda, elleri ensemi buldu. Başımı yukarı, kendisine doğru çektiğinde elimdeki fırçayı bir kenara savurarak boya bulaşmış ellerimi onun ensesine yerleştirerek beni öpmesine izin verdim.

Ağzımdaki naneli sakızın yerini onun küçülmüş, ufak naneli sakızı aldığında, aşağı kattan gelen ve tüm evi inleten rahatsız edici müzik sesi sanki kayboldu.

Gerçekliğin sınırları beynimin bir ucundan, diğer ucuna kadardı ve şu an, benim gerçekliğimde sadece Johnny ve ben vardık.

"Çizmeye..." dedi, dudaklarını benden çekerken.
"... Devam et."
Başımı salladığımda, hafifçe gülümseyerek ağzındaki sakızını şişirerek patlattı.
"Sanatçı falan değilsin sen, sanatsın." diye mırıldandı, kendi kendine.
Hafifçe gülümseyerek, kolunu kucağıma çektim ve fırçamı tekrar elime aldım.
"Hayır." diye mırıldandım.
Sorar gibi bana baktığında, gülümsememi bozmadan gözlerimi ona çevirdim.

"Ben Tanrıyım."





take off your clothes ➵ johnny seo✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin