Eğer yeterince iyi dinlerseniz, sessizliği duyabilirdiniz. Konuşmadan karşınızdakinin aklından geçenleri, dilinin ucundaki sözcükleri ve daha fazlasını...
Ve ben Johnny'nin konuşmak için kıvranan bağırışlarını duyabiliyordum.
Sorar gibi tek kaşımı kaldırdım ve konuşması için bir nevi onu teşvik ettim.
"Seni koridorda görünce aklıma geldi, Bayan Lopez dün seninle konuşmamı istemişti." dedi, sonunda konuşarak.
Ona şaşkınlık ve alayla çatılan kaşlarımla baktım. Bayan Lopez resim öğretmenimiz olurdu fakat benim onunla pek işim yoktu.
Her seferinde resimlerimi saçma sapan yarışmalara göndermem için beni ikna etmeye çalışır, ısrarla benimle bir tartışmaya girerdi.
Sanat para ya da herhangi bir çıkar uğruna yapılacak bir şey değildi.
Ben farklı düşünürdüm. İnsanlar beni sevmezdi. Bazıları soğuk görüntüm yüzünden, bazıları da onların bağnaz, saplantılı düşüncelerine aykırı oluşum yüzünden.
Ben onlar gibi olmayı henüz boyum, şimdilerde bacağım kadarken reddetmiştim.
Bayan Lopez gibi insanlar değil düşüncelerini, hayatlarını bile satarlardı. Onlar tasmalarını takarlardı, benim gibiler ise onların tasmalarına.
Benim düşüncelerim, ideallerim ve algım, diğer insanlardan çok daha farklıydı.
Tam da bu yüzden insanlar beni sevmemekten çok, benden korkardı.
"Resim yarışması hakkında. Fikrin hâlâ aynı mı diye." dedi ben tepki vermeyince, açıklamak ister gibi.
Gözlerimi devirerek alayla güldüm. Kadın gerçekten denemekten asla sıkılmıyordu.
"Evet, hâlâ aynı. Katılmayacağım." dedim, kutuları kucaklayarak çıkışa yürürken.
Kapıda duran Johnny'ye kapıdan çekilmesi için kaşımla işaret verdiğimde, ellerimdeki boya kutularına uzandı. Kutuları almasına izin verdim ve geçmesi için kapıyı açtım.
Benim için kutuları taşıyacak birisine ihtiyacım yoktu, hiç olmamıştı fakat istiyorsa, illa da ben taşıyacağım diye ısrar etmezdim.
"Neden ki? Üniversite bursu alabilirsin, neden ayağına gelen fırsatı itiyorsun?" diye sordu, kapıdan geçerken.
Yavaş adımlarla yanında yürümeye başlarken, hafifçe omuz silktim.
"Bana üniversite kazandırsın diye resim yapmıyorum. Ne o, yoksa sen burs alabilmek için mi basketbol oynuyorsun?" diye sordum, onu baştan aşağı şöyle bir süzerken.
Birkaç saniye duraksasa da, kendisini çabuk toplayarak omuzlarını silkti.
"Hayır ama bana açtığı kapıları da görmemezlikten gelecek değilim."
Hafifçe gülümsedim."İşte spor bu yüzden asla bir sanat olarak kabul edilmedi."
Beraber aşağı inerken, kaçamak bir bakışla ona baktım. Onun mavi dünyasına karşı siyah güneşimle gününe doğmayı ve soluk yüzümle keyfini kaçırmayı planlıyordum. Amacım bu değildi fakat olduğum kişiyi değiştirecek, herhangi birisi için dilime zincir vuracak değildim. Suratının asılması ve düşüncelerine karşı çıkılmasıyla bana yardım ettiğine pişman olması benim için kaçınılmazdı.
Fakat o, gayet rahat bir ifadeyle gülümsüyordu.
Kaşlarım çatılırken, başımı önüme çevirdim.
Bu beklediğim bir şey değildi. İşin kötü yanı, ben her şeyi öngörürdüm. Bir adım sonrasını, iki adım sonrasını ya da bir yıl sonrasını ama mutlaka her şey hakkında doğru çıkan bir beklentim olurdu.
Johnny Seo'yla ilk konuşmamız olduğuna bakmayın, o beni her seferinde şaşırtmayı başarıyordu. Gülüşüyle, güzelliğiyle ya da düşünceleriyle.
Bodrum kata indiğimizde, benimle birlikte içeri girerse kendi portresini göreceği aklıma geldi. Adımlarımı yavaşlatarak durdum.
"Teşekkür ederim, buraya bırakabilirsin." dedim, kapının önünü göstererek.
Başını sallayarak elindeki boya kutularını yere bıraktı.
"Tabii. Ben Johnny bu arada, daha önce hiç birebir konuşmamıştık. Tarih, İngilizce ve Matematik derslerimiz ortak." dedi, elini bana doğru uzatarak.Elimi onun avucuna kaydırarak elini sıktığımda, gözümden kaçan, elimde kalmış biraz yeşil boya, onun da eline bulaştı. Boyaya gülümseyişini gördüğümde, ben de hafifçe gülümsedim.
"Flora."
Bir süre konuşmadan öylece bakıştığımızda, elini benden çekerek bileğindeki saate baktı.
"Şey..." diye mırıldandı, saçlarını karıştırarak.
Büyük ihtimalle saatle hiçbir alâkası olmayan bir şey söyleyecekti, sadece gergindi ve ne yapacağını bilemediği için saatine bakmıştı.
İnsanları gözlemlerdim, insanları bulmaca gibi çözerdim.
Diyorum, ben hep birkaç adım ilerideydim.
"Bu akşam evimde bir parti veriyorum, eyalet birincisi olmamızın şerefine. Gelmek ister misin?" diye sordu, şirin bir gülümsemeyle.
Ona hafifçe gülümsedim.
"Senin çevrenden arkadaşım yok, senin beni davet ettiğin çok belli. Kız arkadaşının beni paralamasını istemiyorum."
"Kız arkadaşım? Kim kız arkadaşım?" diye sordu şaşkınca.
Omuzlarımı pek de umursamayan bir ifadeyle silktim.
"Öyleyse kız arkadaşın yok. İyi." dedim, ilgisizce.Kurcalamayışım hoşuna gitmiş olacak ki, yüzünde saklayamadığı bir gülümseme belirdi.
İnsanların işlerine ya da hayatlarına burnumu sokmazdım. Sarah Chung ya da herhangi, başka bir kız belli ki sevgilisi değildi, ben istediğimi almıştım. Bu benim için yeterliydi.
Kapıyı içeriyi tam göstermeyecek -ki bu da tuvali gizleyecek kadar demek oluyordu- kadar aralayarak boya kutularıyla içeri girmek için hareketlendim.
"Hey, Flora!"
Sorar gibi ona omzumun üzerinden bir bakış attığımda, ellerini cebine soktu ve gülümsemesi büyüdü.
"Sarah benden hoşlanıyor, o benim için yalnızca iyi bir arkadaş ve onu kırmak istemediğim için samimi davranıyorum, hepsi bu. Yanlış anlama."
Engelleyemediğim, ufak bir kahkaha ağzımdan kaçarken, şaşkınca neden güldüğümü anlamaya çalıştı.
Johnny Seo'nun aşk hayatı ya da aptal küçük aşığı benim umrumda değildi.
"Ben bir şey sormadım." dedim, ona son bir bakış atarak.
Kapıyı ayağımla kapatmadan önce ona göz kırptım.
"Akşam görüşürüz Johnny."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
take off your clothes ➵ johnny seo✔️
Fanfiction"Çünkü benim bir karışlık kafatasımın içinde çiçeklerimin, öpücüklerimin ve çizimlerimin Johnny Seo'nun güzel vücudunda duruşu çok farklıydı." 2020 | ©yutaneko