"Felix... Oğlum üzerine düzgün bir şeyler giyin. Komşu ziyaretine gideceğiz."
Felix Seungmin'le birlikte oyuna daha yeni girmişti. Ne Felix oyunu bırakmak istiyordu ne de oyun Felix'i.
"Anne ben gelmeyeyim. Oyuna yeni girdim zaten."
''O zaman durdur şu oyunu."
Sabah uyandığı gibi ekmek almaya yollanmaktan sonra en nefret ettiği şey buydu. Online oynanan bir oyunu durdurması isteniyordu. Ne yapsaydı, zamanı mı durdursaydı ya da oyundakilere 'iki dakika gebertmeyin birbirinizi ben hemen geliyorum' falan mı deseydi.
"Anne bu online oyun. Durmuyor.'' her kelimeye vurgu yaparak söyledi.
"O zaman kapat. Beş dakikaya hazır olmanı istiyorum."
Felix oflayarak oyundan ayrıldı ve üzerini değiştirmeye başladı. Komşuya şimdi mi gitmeleri gerekiyordu. Eğer beş dakika geç gitseler 'üzgünüm ziyaret saatini kaçırdınız' diyip kovalacaklar mıydı?
Saçlarını son kez kontrol edip onu bekleyen annesinin sinirli bakışları altında ayakkabılarını giydi.
Gidecekleri yer kendi evlerinin birkaç blok ötesindeydi. Bu yüzden çok zaman geçmeden varmışlardı bile. Felix'in aklı hala yarıda kalan oyundaydı.
Annesi zili çaldıktan bir süre sonra kapı güler yüzlü, sarı saçlı, şık giyimli bir kadın tarafından açılmıştı. Felix de zorunlu gülümsemesini takınarak iyi bir çocuk olup kibarca selam verdi ve içeri girdi. Salonda dikkatini çeken ilk şey vazorlar, tablolar veya duvar kağıtları değil televizyon ünitesinin kenarındaki son sınıf matematik test kitabıydı. Aynı kitaptan kendisinde de vardı.
"Changbin, neredesin? Hadi gel oğlum." diye üst kata doğru seslendi ve tekli koltuklarından birine oturdu sarı saçlı kadın.
"Changbin? Seo olan?" Felix şaşkınlığını gizleyememişti.
"Aaa, evet. Yoksa oğlumla tanışıyor musun?"
O sırada Changbin salon kapısının ardında belirdi.
"Felix?" Gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. "Evet anne, aynı sınıftayız."
"Ne güzel." diye sevinçle atıldı Changbin'in annesi. "Changbin'ciğim hadi arkadaşına evi göster. Odana atıştırmalıklar da getirim. Film izlemek isterseniz oturma odasına gidebilirsiniz."
Felix ve Changbin kafalarını sallayıp salondan ayrıldılar. İkisi de küçük bir şok geçirmişlerdi. Felix konser günü olanları şimdi alıyordu. Changbin onu takip etmemişti. Sadece evleri aynı yerde diye yolları kesişmişti.
"Evi dolaşmamıza gerek yok. Annem beni oyunun başından kaldırıp getirdi. Bir şeyler yapalım.''
"Odama gidelim o zaman." diyerek merdivenleri çıkmaya başladı Changbin. O sırada Felix etrafta sık sık tablo ve fotoğraf olmasını yeni fark ediyordu.
Odaya vardıklarında onları karşılayan ilk şey okyanus esintisi kokulu oda fısfısıydı. Sonraysa çalışma masanının üzerindeki Bluetooth'lu hoparlörden gelen kısık sesli bir şarkı.
"Demek The Neighbourhood dinliyorsun." dedi Felix tanıdık tınıyı duymasıyla.
"Evet."
"Güzelmiş." diye fısıldadı. Ama Changbin odada kısık sesli müzik dışında bir şey olmadığı için bunu duymuştu.
"Ne yapmak istersin?"
"Şarkı dinleyelim."
"O zaman" Changbin yatağa yatıp yanına tek kişilik bir boşluk açtı. "Buraya gel."
"Az önce beni yatağına mı davet ettin sen?" Yatağa yatıp gözlerini kapatmış Changbin'in oldukça sinir bozucu olduğunu düşünüyordu.
"İstersen yere otur. Sen bilirsin ama uzanarak dinlemek daha keyifli." gözlerini açmadan konuştu Changbin.
Felix bir yere bir de yatağa baktı. Yere yatmayı ciddi düşünse bile bunun saçma olacağına karar verdi. Changbin hem komşusu hem de sınıf arkadaşıydı. Normal bir zamanda da ona bu kadar yakın olmuştu. Şimdi ise tek fark yatay bir konumda bulunmalarıydı.
Changbin gibi o da başını yastığa koydu ve gözlerini kapatarak müziği dinlemeye başladı.
We were too close to the stars
(yıldızlara çok yakındık)
I never knew somebody like you, somebody
(senin gibi biriyle hiç tanışmadım)Changbin gözlerini açtı ve Felix'i izlemeye başladı. Yüzündeki Tanrı'nın nefesiyle yapılmış çilleri, onlara ayak uydurmakta son derece başarılı esmer teni, sonbaharın uğradığı dudaklarıyla birlikte karşı konulamaz görüntü oluşturuyordu. Bu manzara karşında sertçe yutkundu.
Felix bir anda gözlerini açtığında Changbin ne yapacağını bilemeyip gözlerini geri kapatmıştı ama Felix onu çoktan fark etmişti.
"Neden bana bakıyorsun?"
Changbin ona bakmadığını savunmak için gözlerini açıp Felix'e döndüğünde yüzlerinin çok yakın olduğunu hissetti. Fakat geri çekilmek içinden gelmedi.
Tıpkı Felix gibi.
Felix ilk defa Changbin'e bu kadar yakındı ama ondan nefret ediyor olması gerekmez miydi? Geri çekilip yatakta doğrulaması, müzik dinlemenin sıkıcı olduğunu söylemesi, olabildiğince ondan uzaklaşması lazımdı değil mi? Ama neden bunları yapmıyordu? Neden oturma odasına gitmek yerine onun odasına gelmenin hata olduğunu düşünmüyordu?
"Ben sana bakmıyordum."
"Hayır bakıyordun. Resmen beni izli-''
Sözleri Changbin'in dudakları gibi bir engele takılmış, uçup gitmişlerdi.
Changbin Felix'in alt dudağını emmeye başladığında karşındaki çocuğun onu itmesini, bağırmasını, ona sinirli gözlerle bakmasını beklemeşti. Fakat bunların aksine daha farklı bir cevap almıştı.
Felix gözlerini kapatıp Changbin'in üst dudağına küçük öpücükler bırakırken rahatsız hissetmiyordu. Daha çok o da büyüyü hissediyor gibiydi. İkisini yakınlaştıran sihir benzeri bir şey vardı.
Felix dilini de işin içine katıp kontrolü eline almıştı. Öpüşme her saniye alevlenirken ciğerlerindeki oksijen tükenmesi umurlarında değildi.
Onları bu sihirin içinden çekip alan şey hoparlörün şarjının bittiğini belirten sesti.
Felix bir anda öpüşmeyi sonlandırıp ayağa kalktı. 'az önce ne yaptım ben amk' bakışlarıyla dağılan saçlarını düzeltiyordu. Changbin ise 'az önce ne yaşadım ben lan' bakışlarıyla yattığı yerden doğruldu.
"Belki de film izlemeliydik." Kendine gelip konuşan ilk kişi Changbin oldu.
"Kesinlikle haklısın."
°°°
Reflections dinlerken öpüştüler... Başka ne isteyebilirim ki... *-*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
You Can Turşu × Changlix
أدب الهواةGün boyu hayal ettiği tek şey akşam turşu yemekti.