14

1.2K 93 37
                                    


Sadece uyum sağlıyordum, geçen zamana ve birbiri ardına eklenen günlere. Bedenimde konaklayan ve savuşturamadığım bu ağrı artık yabancı değildi. Hissetmemeyi değil belki, ama başa çıkmayı öğrenmiştim.

O kapının gerisinde durup yutmakta zorlandığım gerçeği sindirmeye çalışmamın üzerinden bir hafta geçmişti. İnsan yavaş yavaş alışıyordu ona verilenle yetinmeye, karanlık tavanı izleyerek geçirdiğim birkaç gece yerini huzursuz bir uykunun kollarında uyandığım sabahlara bırakmıştı. Tahammül edemeyeceğimi sandığım şeyler hayatımın bir parçasıydı artık, içime sığmayan duyguları önce kabul edip sonra onlarla yaşamayı öğrenmiştim.

Sokağın sonuna ulaştığımda önümdeki kapıyı itip içeri girdim. Kolumdaki saat geceyarısını gösteriyordu ama bedenimde uykudan eser yoktu. Askıdaki önlüğü üzerime geçirirken gözlerim sakin mekanı taradı.

Ensemde hissettiğim nefesle durup arkama döndüm. Tanıdık gözler görüş alanıma girdiğinde hissettiğim huzursuzluk bir anlığına aralandı.

"Bugün gelme demiştim."

Omuz silkip Emre'nin yanına, tezgaha yanaştım.

"Evde sıkılıyorum."

Bakışları yavaşça yüzümden ayrıldı. Bana öğretilen çaresizlikten farklıydı bu sefer yaşadığım, bu kez çaresizliği ben seçmiştim.

Uzunca bir süre gündüz vardiyasından kalan bulaşıklarla uğraştıktan sonra mekanın kalabalık olmamasını fırsat bilip arka tarafa yöneldim. Ağır kapıyı aralayıp boğucu sıcaktan sıyrıldığımda ciğerlerime saatlerdir hissettiğim yoksunluğu gidermeye çalışır gibi derin bir nefes çektim.

Ama olmuyordu, sanki ne yaparsam yapayım o yoksunluk hissi kaybolmuyordu.

"Beni niye çağırmıyorsun?"

Arkama dönmeden Emre'nin gelip yanıma oturmasını bekledim. Altında ezilen taşların gürültüsünü duyabileceğim kadar sessizdi önümüzde uzanan cadde.

Ben karanlığa bakmayı sürdürürken Emre ellerini iki yanındaki kaldırıma dayayıp yüzünü benden yana çevirdi. Dolu paketi uzatıp kendi için de bir sigara yakmasını izledim.

"Annenler nasıl?"

Farkında olmadan yukarı doğru kıvrıldı dudaklarım. Cevabı yanlış yerlerde aradığını görmüyordu.

"İyiler."

Ben ona bakmasam da o gözlerini yüzümden ayırmadı.

"Sorun ne oğlum? Neyin var da izin gününde bile çalışmaya geliyorsun?"

Cevap vermeyeceğimi anlaması uzun sürmedi. Pes edip önüne döndüğünde dilimin ucuna gelip de yutmak zorunda kaldığım her şey boğazıma oturdu.

Sessizce, durmadan akan yağmura rağmen eksilmeyen trafiği izledik. Sonunda ayağının altında ezdiği taşlardan ayırdığı gözleri yüzümde dolaştı.

"Aklıma bir şey geliyor ama."

Durma, söyle demek istesem de tek yaptığım sessizce beklemekti. "Miraç'la mı ilgisi var? Gittiğinden beri tuhaf davranıyorsun."

Dakikalardır parmaklarımla ezdiğim sigara paketi sonunda iyice yassılaşıp avucumda kaybolduğunda sıkıntıyla nefes aldım. Nereye koyacağımı bilemediğim ellerimle boşluğa tutunmaya çalışıyordum, hayat daha fazlasını vermiyordu bana. Kendime bile söyleyemediğim şeyler nasıl dökülecekti dilimden? Benim savaşım kendimleydi, hazmetmekte zorlandığım birisine böyle yenilmiş olmaktı. Açık açık söyleyemiyordum boğazımı yakan duyguyu. Kendimi affetsem bile aklımdan çıkmayan yeşil gözleri affedemiyordum sanki, bana karşı hiçbir sorumluluğu olmamasına rağmen öylece gidişini kabullenemiyordum. Benim kendi kendime düştüğüm bu çukurdan haberi bile yoktu, ama sorsalar yine de suçlu diye onu gösterecektim.

ZAAF | bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin