12

1.3K 85 22
                                    



"Emre." Arkamdaki odanın kapısını sessizce kapatıp evdeki tek aydınlık bölüm olan koridora adımladım. "Sağ ol." Sesim fısıltıdan farksızdı, ne fazlasına gücüm vardı ne de evdeki sessizliği kırmaya hevesim.

Yorgun bir gülümsemeyle kıvrılan dudakları "Hadi uyu." diye kıpırdandığında hissettiğim minnet boyumu aştı, salona dönüp koltuklara bıraktığı yorganlara bakarken saatlerdir belki de ilk kez güvende hissettim.

"Ne tarafta uyursun?" Cam tarafındaki koltuğa serdiği yorgana bakınca sorduğum sorunun cevabını beklemeden diğer koltuğa yerleştim. Uykusuzluk şakaklarımda nabız gibi atıyordu, ışığı kapatıp yorganın altına girdiğimde buz kesmiş parmak uçlarım sıcağı anında kucakladı.

"Buraya gelmemiz doğru mu?" Aklımdakileri dile getirecek cesaretim yoktu, benim yerime yaptığında hissettiğim rahatlamadan ziyade keskin bir vicdan azabı oldu.

"Bilmiyorum."

Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmiyordum artık. Akan düzene uyum sağlamaktan başka hiçbir şey yapmıyordum, bize düzen diye verilmiş olan kaos beni içine çekip tüketmeden kurtulamayacaktım.

Benim aksime hala dimdik oturmaya devam eden Miraç'a döndüm. Parmakları dağılmış saçlarını biraz daha dağıttı, ne zaman gergin hissetse yaptığı gibi dişleriyle alt dudağını sıkıştırdı.

Bu çaresizlik ne zaman gelip yerleşmişti benliğime, bilmiyordum. Soluduğum hava ağırdı ciğerlerime, alıştığım hayat bir anda yetersiz gelmişti gözüme. Sanki hiçbir şey onun yüzündeki çizgilere yerleşmiş mutsuzluğu silmekten daha önemli değildi.

Koltuktan kalkıp yanına gittiğimde bile gevşetmedi sıktığı parmaklarını, benim varlığım ona iyi gelmezdi. Ben sadece bir köşeden izleyebilirdim göremediğim bir yükün altında nasıl ezildiğini, uzattığım parmaklarım öylece asılı kalırdı havada.

Yanına oturup dizlerimiz birbirine değene kadar yaklaştım. Yüzüme baktığında karanlığa rağmen seçtim gözlerindeki ifadeyi, hissettiği suçluluk boğazımı yaktı.

Bilmek istiyordum, nasıl soracağımı bile bilmezken hem de. Hepimizi eksilten hayat onu hiç tamamlamamıştı sanki. Yüzündeki hiç geçmeyen hüzün ve alay, değer görmemekten değil önemsenmekten korktuğu için arkasına gizlendiği duvarlar ezelden beri mi oradaydı? Ezberlediği mutsuzluk ne zaman öğretilmişti ona?

"Güçsüz olmak kötü değil." Onun kelimelerini seçerek konuştuğumu anladığında gözleri yüzümde dolaştı. "Yanlış da değil."

Beni gördüğünü biliyordum, bakmak gibi değildi bu. Ama belki ben de onu görüyordum, en çok böyle anlarda aralanıyordu etrafındaki perde.

Tüm bu yalanlar, yüzüne yerleştirdiği silik gülümsemeler ve etrafındaki herkese yukarıdan bakan tavrı sandığı kadar güçlü olmadığını bildiğindendi belki. Farklı olmadığını kabul ederse yenilecekti, yenilirse bitecekti kendi kendine oynadığı güç savaşı.

"Neden seni önemseyen birileri olmasından korkuyorsun?"

Yüzümdeki bakışları donduğunda sorum aramızda asılı kaldı. Uzunca bir süre gözlerimde oyalandı, ne düşündüğümü anlamak ister gibi izledi yüzünde dolanan kahverengi gözlerimi.

"İnsanları görüyorum Özgür."

Durup nefes aldığında gözlerimi kaçırmadım. "Görmek için uzakta olman gerekir. Kavgalarını, en kirli düşüncelerini görüyorum. Sahte mutluluklarına ortak olmak, hissedemediğim hüzünlerini paylaşıyormuş gibi rol yapmak istemiyorum. Kimsenin ayağına dolanan bağ olmak istemiyorum ben. Yürümedikleri yollarımı kirletsinler istemiyorum."

Sessizce izledim yüzünü, içi boşalmış gibi duran ifadesinin çatlayıp bin parçaya ayrıldığını görsem de itiraz etmedim. Kimse kendini tecrit ettiği bir dünyada bir başkası tarafından sınanmayı hak etmiyordu.

Yanından kalkıp kendi koltuğuma döndüm. Yatağa girip yorganı üstüme çektikten sonra hala tavanı izleyen gözlerine baktım.

"Gölgelere kelepçe vurulmaz.* Hiç değilse etrafındaki gölgeleri özgür bırak."

Gözleri kapanıp yorgana sarılmış parmakları gevşeyene kadar bekledim. Gördüğünü biliyordum. Etrafında bir gölgeydim, bu kadarına göz yummasını beklemekten başka bir şey yapamıyordum.

*

Güneş ağır ağır sızdı göz kapaklarımın ardından, içimde kaynayan dünya yenilmek üzere girdiği bir savaşın eşiğindeydi. Yetemeyeceğimi anladığımda durmalıydım belki de, kendime bunu yapacaksam hiç değilse durup soluklanmalıydım.

"Günaydın." Sesini duyduğumda üzerimdeki yorganı aralayıp kalktım.

"Emre kahvaltıya çağırdı."

Gergin oturuşuna bakmayı bıraktığımda üzerimdeki gözlerini çekmedi.

"Gidelim o zaman."

Salondan çıkıp mutfağa girdiğimizde boş bırakılmış sandalyelere yerleştik. Üstümdeki gözlere aldırış etmeden çay bardağına uzanırken yanımdaki bedenin sessiz soluğu kulaklarımda çınladı.

"Anneannem uyuyor. Abim de öğlene doğru gelir." Emre'nin fısıltısı sessiz evdeki tek gürültüydü.

Ne beklediğini bilsem de cevap veremedim. İlk konuşan ben olmak istemiyordum.

"Anlatın oğlum, ne oldu?"

Gözlerime değen gözlerindeki merak benim payım olmadığından sessiz kaldım. Boşluğu dolduran ses içimdeki huzursuzluğu silmedi, aksine katladı.

"Halledeceğim bugün, Özgür de evine dönecek. Konuşmaya gerek yok."

Öylece kestirip atıyor, söylenecek bir şey bırakmıyordu. Emre sessizce tabağına döndüğünde ben de aynısını yapmak istedim. Yüzümde dolaşan yeşiller gözlerimi bulduğunda kaçırmadı bakışlarını.

Gizlemeden, benim bakmadığım anları fırsat bilip gizlenmeden izledi. İzin verdiğini de böyle anladım, o farkında bile olmayacaktı belki ama ben kendinden sakındığı değeri kendi kafamda biçip duracaktım ona. Gölgelere kelepçe vurulmaz derken ne demek istediğimi görmüştü, beni özgür bırakıyordu.


* "Yürümediğiniz yollarımı kirletmeyin."
"Gölgelere kelepçe vurulmaz." Dostoyevski-Suç ve Ceza

Özgür Miraç'ın yaptığı alıntıyı fark ettiği için daha sonra kendisi de aynı kitaptan alıntı yapıyor. Bu bölüm daha uzayacaktı ama kafamı asla toplayamadığım için burada kestim
Görüşürüz
💜

ZAAF | bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin