can i be him - James Arthur
İki koca hafta. Sadece on dört gün, üç yüz otuz altı saat, yirmi bin yüz altmış dakika. Söylerken beş saniye alan bu cümle nasıl da yıllar gibi gelmişti bana. Uykusuzluktan göz altlarım ve yanaklarım çökme yarışına girmişlerdi. Boğazımdan bir yemek geçtiği yoktu. Kendimi göz göre göre buna mahkum etmiştim. Madalya lazımdı bana.
"O zaman yedi tane kahve söylüyorum." Namjoon'un sesi beni daldığım düşüncelerden uyandırmıştı. Başımı salladım sadece. Masada dönen muhabbetlerden kopalı çok olmuştu. Klasik spor, kız ve akşam planı üçgeni içerisinde dönüyorlardı. Nasılsa bir şey fark etmeyecekti. Gece sonunda körkütük sarhoş bir halde ağlayarak kanepemde sızacaktım. Odama gitmeye bile mecalim olmayacaktı ama gece boyunca kabuslar ruhumu sömürecekti.
Bu yolu kendim seçmiştim. Bir kişi mutsuz olsun diğer herkesi mutlu edeyim demiştim. Hala hayattaki kısa çöpü nasıl çektiğimi anlamlandırmaya çalışıyordum. Bu bana reva görülmeli miydi gerçekten?
Jungkook elini kaldırıp selam verdiğinde yanlış görmeyi diledim. Ama onun yüzünün her hattını ezberlemişken yanlış görmem mümkün değildi. Kalbim havai fişekler tarafından patlatıldı ve ben tepetaklak oldum.
Jimin bana dönerek "Demek Jungkook'un bekarlığı buraya kadarmış." dedi. Bütün grup kahkahalara boğulurken Jungkook susmaları için işaret yapıyordu. Ben de başarılı olduğunu umduğum bir gülüş savurdum. Rol yapmaya alışmıştım.
Jennie gözlerine ulaşan parlak tebessümünü Kook'a armağan etti. O sırada gözleri bana takıldı. Şaşırsa da elini sallayıp bana selam verdi. Ona değil bana el sallamasından umutlanmamalıydım. Hiçbir şeyi yanlış yorumlamamalıydım aksi halde zaten hassas bir dengede olan durumlar birbirine girebilirdi.
"Siz tanışıyor musunuz?" Jungkook şüpheyle kaşlarını çattı. İçimden aptallığına güldüm. Jennie ondan başkasını görmüyordu ve Kook en yakın arkadaşını kıskanmakla meşguldü.
"Dans stüdyosunda provaya geliyor." Bu açıklama onun için yeterli olmuştu ki önüne,Jennie'ye, döndü.
Bu sahneye daha fazla katlanamayacağımı anladığımda kendimi kantinin yanındaki kocaman seraya attım. Kook'la eskiden vakit geçirmeyi en çok sevdiğimiz ağaç evin merdivenlerine oturdum. Bu anılar kötü hatırlanmasın diye fedakarlık yapmalıydım. Kendim için değil ikisi için iyiyi seçmeliydim.
"Neden bana selam vermedin, bir sorun mu var?" Beni takip etmişti. Dur. Derin bir nefes aldım. Umutlanma.
"Fark etmemişim." Gerçekten fark etmediğimi düşünsün diye yüzüme şaşkın bir ifade yerleştirdim. Bir gün maskem düşecekti, biliyordum. Sadece o zaman gelene kadar her şeyi yoluna koymalıydım.
Gelip bir alt basamağa oturdu. Yüzüne seradaki bitkilerin arasından sızan güneş ışığı vururken gözümü ondan almam mümkün değildi. Beyaz lacose ve siyah etekten oluşan okul formasına kendi bol kapüşonlusunu katmıştı. O hep üşürdü. Gür kirpikleri göz kapaklarına değiyordu. Vücudunu bana doğru çevirmişti.
"Sevindim. Bir problemimiz olsaydı beraber dans edemeyeceğimize üzülürdüm. O havalı figürlerini öğrenmek istiyorum. " Umutlanma.
"Şu sıralar çok yoğunum dans etmeye vaktim olduğunu sanmıyorum. Şimdi de derse girmem gerekiyor. Görüşürüz Jennie."
Uzak dur.
Biliyorsunuz yorumlar yazmaya teşvik eder:)))
ŞİMDİ OKUDUĞUN
can u see me? •taennie
Short Storyghostv: kalbinle bak. ghostv: beni görebiliyor musun?