Bölüm 1

41 11 68
                                    

Uçurumun kenarı... Saat 03.54... Karanlığın içinde tek bir çift mavi göz. Yorgunluktan bitap düşmüş fakat ışığını hala yitirmemiş iki okyanus. Arkasındaki karanlığa rağmen mavilikleri parlayan aynı zamanda yorgunluktan beyazına kırmızılar karışmış keskin gözler.

İşte karşınızda Elisa, yalnızca kötülerin değil herkesin ve her şeyin düşmanı, yaşadığı, yaşamadığı ya da yaşayamadığı her şeyin katili. Hayatındaki sarsıntıların ona bıraktığı tek kolonu kendi başına sıkı sıkıya tutmaya çalışan güçlü bir kadın.

Uçurumun kenarındaki bu yorgun beden, sonsuz uyku için kendini arkasından esen hafif rüzgarın güçlü kollarına bırakıp sonu görünmeyen uçuruma kucak açacak mıydı?

İntihar güçsüz insanların kaçış yoluydu. Güçlü insanlar hep bir neden bulup yaşarlardı. Elisa buradan atlasa da esaretinin son bulmayacağını düşünüyordu hep. Fakat o 18 yaşından beri sonu olmayan bir boşluktan düşüyordu.

Karanlık boşluk onun evi olmuştu. Karanlıklar her zaman onun eviydi. Çünkü yalnızca mutsuz insanlar karanlıkları severdi. Elisa karanlıkları yalnızca sevmezdi, o her zaman hayatına girdiği kişinin karanlığı olurdu. O karanlıktı.

İlerleyen saatler güneşi de beraberinde getiriyordu. Karşıdan doğmak üzere olan güneş ortalığı git gide aydınlatırken arkasında duran arabanın lastik seslerini kafasına takmadı Elisa. Yalnızca gitmek istedi. O güneş değildi ve o güneşi hak etmiyordu. Işığın ona zarar verdiğini hissediyordu. 

Uçurumun yakınında ağaçların içinde durdurduğu arabadan indi Taha. Elisa uçurumun kenarında sırtı dönük olarak oturuyor esen hafif rüzgarla kömür kadar siyah saçları dalgalanıyor ama önemsemiyordu. Taha ağır adımlarla ve elindeki poşetle uçurumun kenarına oturdu. Manzarayı izlerken poşetteki simiti ağzına attı.

Güneşin doğuşunu izlemeyi gelmişti. Taha, güneş kadar sıcak kalpli ve bir o kadar da aydınlıktı. Elisa'nın karanlık saçlarının aksine onunkileri güneşi kıskandıracak kadar sarı, elmasları kıskandıracak kadar parlaktı. Yanında oturan kadına döndü yüzü. Keskin bakışları ileriyi hedef alıyor, soğuk bakışları doğacak güneşi donduracak kadar üşütüyordu.

Elisa başını yanına oturan adama çevirmedi. Rahatsız edilmekten nefret ederdi ve bu adamın tam olarak yaptığı buydu. Gelip yanına oturup poşet sesleri çıkardığı yetmezmiş gibi bir de simidi gözüne sokmuştu.

"İster misin?" Elisa sert bakışlarını yanındaki adama çevirdi. Taha ise bu bakışların tam bir 'hayır' cevabı olduğunu anlamıştı. Omuzlarını silkip karşıdan doğan güneşe baktı.

Elisa gökyüzünün turunculuğuna baktı boş gözlerle. Güneşin doğuşu herkese umut aşılardı. Ama o umudunu yıllar önce karanlık bir odanın içindeki tel el silah sesinin ardından etrafa sıçrayan kan damlalarının keskin kokusunda yitirmişti. Bu yüzden kan kokusundan da nefret ederdi çoğu şeyden ettiği gibi.

Bazı insanlar "Güneşin doğuşu, batışından daha görkemli olur." derdi. Fakat Elisa güneşi getiren şeyleri sevmezdi. Çünkü insan yalnızca gece olup karanlık çöktüğünde hissedebilirdi yalnızlığı. Gecenin sessizliği sabahın gürültüsünden daha sesli, daha can yakıcı ve daha güçlüydü.

Güneş doğmuş karanlık ormanın içindeki kasvetli havayı dağıtıp yerine kuş seslerini eklemişti. Gündüzler böyleydi işte fazlaca konuşkan ve neşeli. Tıpkı yanındaki adam gibi.

Taha güneşin doğuşuyla birlikte gözlerini gökyüzünden ayırıp yüksek tepenin güzel manzarasını izledi birkaç dakika. Ardından başını Elisa'ya çevirdi. Her zamanki gibi hoşnutsuz görüntüsü Taha'yı şaşırtmadı. Boş gözler ve uykusuzluktan olduğu yeterince belli olan mor göz altlarıyla etrafa bakınıyor sabırla kalkıp gideceği zamanı bekliyordu.

TârumarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin