Gözlerimden akan her damla kan kırmızısına bürünüp göğsüme dökülüyor. Yıkımın içinde duran dimdik bir kolon parçası gibiydim. Düşüncelerim ve bedenim. Sabahın güneşiyle kavrulan sözlerim akşam olunca kendini soğumaya bırakıyor içimde histerik bir gülüş bırakıyordu.
Gülüşlerimde sakladığım yıkımım.
Duyduğum cümleyle yerimde çivi gibi çakılı kalmıştım. Çekicin sert ucu kadar ağır olan bu sözleriyle yüzümü avuçlayarak dört saniye boyunca öylece bekledim.
Merih'e dönerek kızaran gözlerimi ona bir hançer gibi sakladım.
''Kimim ben? Söylesene aptal fikirlerini.'' sözlerimde aynı bakışlarım gibi onun düşüncelerine doğru yol almaya başlamıştı.
Odanın içinde bir sağa bir sola yürüyerek toz tutmuş köhne yatağımın üzerine oturdum.
Merih sadece beni izliyor sesini çıkarmıyordu. Gözlerindeki ufak çaplı şaşırmayı görsemde omuzumu silkerek yere baktım.
Merih, ''Biraz daha burada durursak bina üzerimize yıkılacak. Hadi kalk.'' dedi.
Bu cümleleri sarf ederken sesindeki değişik tonu algılayabiliyordum. Yumuşak ve sakindi.
Lakin ben, ateşimi harladıkça harlayan külüme üfledikçe alevlenen taraftım.
Bu tavırına bir anlam veremedim.
Başımı iki yana sallayarak, ''Binanın yıkılmasına gerek yok Merih. Şuan başımın üstüne yıkılan bir bina var.'' ayağa kalkarak devam ettim, ''Ve ben bu enkazın altından nasıl kalkacağımı bilmiyorum.'' dedim.
Sesim titremişti. Korkudan değil acıdandı.
Merih ellerini pantolonunun cebine sokarak sırtını çatlayan duvara yasladı.
''Yolun başındasın ve eğer...'' duraksayıp gözlerime baktı, '' Eğer kalkmak istiyorsan anahtarı bul ve ailene kavuş.''
Sözlerine bir anlam veremezken derin bir nefes aldım, ''Bu anahtar, kastettiğin şeyin ne olduğunu anlamıyorum. Nasıl bir şey ki?'' saçlarımı geriye iteledim. Ellerini cebinden çıkarıp eğildi. Ne yaptığına ilk anlam veremedim ama yerden aldığı ucu keskin cam parçasını gösterip, ''Gel.'' dedi.
Çalışma masamın üstüne dolan karıncayı elinin tersiyle itelediğinde tiksinip suratımı buruşturdum. Aldığı cam parçasını ahşap masaya sürerek bir şeyler çizdi.
''Anahtarı çiziyorum.'' ben sormadan hemen cevaplamıştı. Anahtarın ucunda duran kanatlara dalgalar halinde çizik bıraktı ve bana döndü, ''Aradığımız anahtar bu.''
Gözlerimi kısarak parmak uçlarımı ahşabın üzerine çizdiği anahtarda gezdirdim.
Bu benim o gece kaybettiğim anahtardı.
Kaşlarımı çatıp önümdeki silik aynaya baktım.
Bahsettiği o anahtar gerçekten beni farklı bir zamana göndermişti. Ve kapımın üzerinde duran o anahtar o gece ortalarda yoktu. Ta ki benim onu eğilip almama kadar.
Titrek bir nefes verip başımı iki yana salladım, ''Demek her şey bu yüzden gelişti.'' mırıltılarımı duymuş olacak ki, ''Anahtarla buraya geldin ve Maglak'tan geçtin. Eğer anahtarla gelmiş olmasaydın orada ölecektin.'' dedi.
''Maglak mı o ne?'' sesimde meraklı bir tını vardı.
''Maglak, ölüm kapısı. Ne zaman şehirden biri ölür veya suç işlerse onu o kapıdan geçiriyoruz. Daha sonra toprakla bir bütün olup tohum oluyor.'' sesindeki ruhsuz ton beni ürküttü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞAFAK PİKNİĞİ
Fantasia"Bu olayda geçen rüyalar gerçektir." Her şey bir ölüm ile başladı. Dünya iki kapılı bir handı ve o hanın içinde kaybolmuş iki genç. Ruhen ve bedenen bağlı oldukları bir anahtar onları ne kadar birleştirebilirdi ki? +18 "Annen, yani Serçe." Dedim huz...