"evet önümüz bahardır biliyorum, leylaklar açacak biliyorum, kiraz da çıkacak yakında. iyi şeyler söylemek de gerek biliyorum, sevgilim, güzelim, bir tanem biliyorum da, şimdilik bağışla."
turgut uyar.
angst.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
teğmen yoon chae rin öğleden sonra teğmen kim doyoung ile yediği yemeği sindirmeye çalışırken polis memuru jang elinde bir deste kağıt ile yanına ulaşmıştı. "sabah incelediğimiz olaydaki şüpheliyi bulduk. sorgu odasında." memur jang'ın sıkıntılı görüntüsü doyoung'un dikkatini çekmişti. "sorun ne?"
"kimliği."
"memur jang tek tek söylemesene şunu, açıkla direkt işte." chae rin, memur jang'ın önüne bıraktığı kağıtları incelerken doyoung gerilmeye başlamıştı. "herhangi bir suç kaydı var mı diye kimliğine bakmak istedik ancak kimlik kaydı yok." chae rin sıkıntılı bir nefes alıp arkasına yaslandığında yeni polis lee mark'ın kafası karışmıştı. "neden öyle olmuş ki?"
"kimliğin görüntüsünde hiçbir sıkıntı yok, tamamen güney kore vatandaşı gibi gözüküyor." memur jang sorunun cevabını vermesi için chae rin'e baktı, yapması gereken daha birçok şeyi olduğu için selam verip odadan çıktığında chae rin de yavaş yavaş durumu mark'a açıklamaya başlamıştı.
"bak çaylak," dedi chae rin. ona kendi aralarında böyle diyorlardı ve mark'ın bir şikayeti yoktu. "tamamen kanuna uygun gözüken bir kimliğin vatandaşlık numarası sorgulatıldığında karşılığında bir sonuç alamıyorsan bu iki anlama gelir. bu kişi ya kaçaktır," sözlerini doyoung tamamladı. "ya da casus."
"aman tanrım!" dedi mark. oldukça şaşırmıştı ve hatta ingilizce birkaç küfür savurmuştu bile. doyoung ve chae rin, mark'ın her olayda bu denli şaşırmasına artık alışmışlardı. "nasıl bu kadar iyi bir kimlik çıkarıyorlar peki, hastaneye ya da herhangi bir yere gittiklerinde sorun çıkarmıyor mu?"
"kaçaklar ya da casuslar ülkeye giriş yapmadan önce bu kimliklere sahip olurlar. ülkeye giriş yaparken herhangi bir sorun çıkmaz, polisin dikkatini çekecek bir hareket yapmadıkları sürece tabii, ülkeye giriş yaptıktan sonra bir ay içerisinde vatandaşlık numarası sorunu çözülür. bir ayda yakalanmazlarsa bir daha yakalanamayabilirler."
"vatandaşlık numarası sorunu nasıl çözülüyor peki?" mark'ın sorusuna bu defa doyoung yanıt verdi. "basit." diye mırıldandı. gözleri bilgisayarının ekranında hızlı hızlı geziyor, arada bir de bir şeyler yazıyordu. klavyeden gelen tıkırtı sesleri tüm odayı dolduruyordu. "bu ülkede herkes vatanını sevmiyor, mark."
mark anladığını belli edercesine başını sallarken "vay canına." dedi. "peki sizce bu adam bir kaçak mı ya da bir casus mu?"
"sorgulayacağız." dedi chae rin. polis memuru jang'ın getirdiği kağıtları incelemeyi bitirmişti ve yediklerini çoktan sindirmişe benziyordu. "nasıl anlayacağız?" dedi mark. soru sormayı seviyordu, özellikle de sunbaeleri her sorusunu en açıklayıcı şekilde yanıtlarken. "ülkedeki tüm vatandaşların bir aylık kısa bir süre içerisinde incelenmesi imkansız ama unutma ki herkes açık verir mark." dedi doyoung. "herkesin açık verdiği bir an vardır."
doyoung hızla bilgisayarını kapatıp sandalyesinin üstüne gelişigüzel bıraktığı montunu üstüne aldı. "ben sorguya gidiyorum," dedi onu izleyen meraklı iki göze. chae rin de peşinden kalkarken mark hala şaşkındı.
課
"bir an hiç gelmeyeceksin sandım." chae rin sahte bir kızgınlıkla oturduğu yerden kalkarken hızlı adımlarla ona doğru gelen sevgilisine baktı. "çok özür dilerim güzelim, müdürler ısrarla bilgisayarıma çevirmem için dosya gönderiyorlardı ama ben yumruğumu masama vurdum." cümlesini gülerek bitirmesi yalan söylediğini gösteriyordu ve chae rin bunu çok iyi biliyordu. "yalancı." jaehyun, uzunca bir süredir sarıldığı chae rin'den sonunda ayrılıp karşısına oturdu. "pekala, beni yakaladın. annemin rahatsızlandığını söyledim ve onlar da izin vermek zorunda kaldılar."
"zavallı kadını yalanlarına dahil etme." dedi chae rin. jaehyun gelmeden önce menüden onun sevdiği şeyleri sipariş etmişti ve şimdi hepsi tek tek masalarına geliyordu. jaehyun'u beş yıldır tanıyor olması yalnızca onun yalan söylediğini anlamasına değil diğer şeylere de yardımcı oluyordu, o gelmeden onun en sevdiği yemekleri sipariş etmek gibi. "başka türlü gitmeme izin vermiyorlardı."
iki saatlik keyifli bir yemeğin ardından sıra hesabı ödemeye geldiğinde ikili arasında her zamanki gibi bir karmaşa çıkmış ancak en sonunda jaehyun geçen sefer de chae rin'in ödediğini söyleyip sevgilisini ikna etmiş ve hesabı ödemişti. chae rin montunu ve çantasını alırken jaehyun bir anda masaya ihtişamlı bir kutu bırakmıştı.
"jaehyun?" chae rin'in aklına sabah doyoung'un söyledikleri geldi. beş yıldır devam eden mutlu ilişkilerini bir evlilikle taçlandırma vakti gerçekten de gelmiş miydi? chae rin jaehyun'un ışıldayan yüzüne baktı. jaehyun gülümseyerek ona bakıyordu. onunla bir ömür geçiririm, diye düşündü chae rin. beş yıldır tanıdığı ama sanki önceki hayatında da onunla berabermiş gibi hissettiği adama baktı. "benimle her yere gelir miydin?" dedi jaehyun. masadaki bir çift mum ışığı yüzüne yansıyor, çiçek gibi açan gamzelerini gösteriyordu adeta. "gelirdim." dedi chae rin. "seninle her yere gelirdim." jaehyun bir süre daha chae rin'i izledi, bir şey demeden onu izliyor ve sanki sözlerinin inandırıcılığını ölçmek istiyordu.
"evlen o halde benimle." dedi jaehyun. derinden gelen sesi chae rin'i neredeyse mutluluktan ağlatacaktı.
jaehyun o gece chae rin'e şık bir yemek esnasında diz çökerek değil de gitmek üzerelerken ve ikisi de dimdik ayaktayken evlenme teklifi etti.
chae rin o gece ikisinin de etrafında gereksiz bir kalabalık olmadan, restoranın müziği bastırırken seslerini ve mum ışıkları sevdiği adamın güzel yüzüne vururken onun evlenme teklifini kabul etti.
殷
"görevim nedir?" diye soruyorum karşımdaki adama. on altı saatlik tren yolculuğu beni yürüyen bir ölüye çevirmiş, neredeyse hiç ışık girmeyen bir odada karşımdaki iki adama bakıyorum. bana görevimi, yapmam gerekenleri ve en önemlisi de yapmamam gerekenleri anlatıyorlar.
"seni güneye savunma sanayilerinde daha çok bilgiye sahip olmak için göndereceğiz." diyor bir adam, daha önce görmediğim ama bir daha aklımdan asla çıkaramayacağım birisi. iri yarı bedeni, yüzünü ortadan ikiye ayıran yarasıyla asla aklımdan çıkmayacak birisi. "on yıllık bir görev." diyor aynı adam. "duruma göre sürede azalma ya da artma olabilir, ayda bir rapor göndereceksin. seni bizzat ben dinleyemeyeceğim belki ama oradaki diğer casuslar dinleyecek. bu yüzden saçma sapan bir hareket yapmaya kalkışma."
"ne gibi?" diyorum gözlerimi o adama dikerken.
"bir casus olduğunu güneyli birine söylemek gibi."
"anlaşıldı." diyorum. "peki görevim bittiğinde...ya gelmek istemezsem?"
"öyle bir şey olmayacak yoldaş," diyor daha önce konuşmayan adam. odanın karanlık köşesinden yürüyor bana doğru. "ölün de dirin de ülkemize geri dönecek."