Dicle Tepebaşı köyü
Sen benim hiçbir şeyimsin, yabancı bir şarkı gibi yarım, yağmurlu bir ağaç gibi ıslak, hiç kimse misin bilmem ki nesin? (Attila İlhan)
'Dila'
Köyün girişine kadar gelince arabayı durdurup aşağıya inmek istedi fakat duyduğu heyecan nedeniyle aşağıya inme cesareti gösteremedi. Başını direksiyona dayayıp, babasının Tepebaşı köyünde görev yapmasını istememe nedenini düşünmeye başladı, ne kadar düşündüyse de nafile, mantıklı hiç bir açıklama getiremedi. Düşündükçe göğsü daraldı, daraldıkça nefes alması zorlaşmaya başladı ve kapıyı açıp indi arabasından aşağıya. Etrafı keşfetmek ister gibi kendi çevresinde şöyle bir döndü ve sağ tarafında mermerden yapılma bir çeşme gördü. Vakit öğlen olduğu için güneş tam tepesi üzerindeydi ve çeşmenin üzerinde yazan yazıyı okumasını kısıtlıyordu. Sağ elini kaşının üzerine yerleştirip, güneşe siper etti ve sonunda çeşmenin üzerinde "Merhum Hasan Karayiğit hayrına yaptırılmıştır. Ruhuna El Fatiha" yazan yazıyı okuyabildi. Birden dilinin, damağının kuruduğunu fark edip, çeşmeye doğru adımlarını atmaya başladı. Gri mermer taştan yapılma çeşmenin yanında insanların rahatlıkla su içebilmeleri için bakır bir tas bulunuyordu. Siyah saçlarının ıslanmamasına özen göstererek bakır tasa gerek duymadan avucunu çeşmeye dayayıp, eğildi ve su içmeye başladı. İçtikçe boğazından aşağı akıp, midesini serinleten su oldukça iyi geldi. Doğrulup çenesinden akan su damlacıklarını eliyle sildi ve içinden şunları;
"Nur içinde yat, mekânın Cennet olsun Hasan Karayiğit, amin."
Arabasına doğru yürüdükçe toprak yoldan uçuşan toz, çiçekli elbisesinin uçlarını kirletmeye yetiyordu. Kapıyı açınca gözleri yeniden çeşmenin üzerinde ki mermerde yazan isme takıldı ve Hasan Karayiğit'i aklının derinliklerine aramaya başladı. Yol yorgunluğu ve babasının köye gitmesini engelleme çabaları yeterince yormuştu beynini, daha fazla vakit kaybetmeden arabayı çalıştırdı ve yavaşça toprak yolda köy meydanına doğru ilerlemeye başladı.
Bazısı tahtadan, bazısı betondan yapılmış, birbirine pek de yakın olmayan köy evlerinin arasında ilerlerken, çocukların arabaya olan ilgisi dikkatinden kaçmadığı gibi, onlara bakıp gülümsemeyi de ihmal etmedi. On dakika daha ilerleyip, köy meydanına vardığında; Abdullah, muhtar, Zelal, Topal Abdi, Hatun ana gibi diğer köy halkının ve güler yüzlü çocukların kendisini karşılamak için toplandıklarını gördü. Muhtar hariç bütün köy halkını ilk kez görüyordu. Bu eşsiz manzara karşısında hoşnut olduğunu belirtmek ister gibi en güzel tebessümünü takındı ki bu asla yapmacık bir tebessüm değildi. Kahvehaneye doğru yürüyüp, halkın yanına yaklaştıkça heyecan ruhunu esir almaya başladı. Muhtar büyük bir ilgi ve alakayla;
"Hoş geldin Dila öğretmen"
Dila muhtarın elini sıkıp;
"Merhaba, hoş buldum" deyip, köy haklına bakarak kafasını aşağı yukarı salladı ve herkese selam vermiş oldu. Muhtar eliyle kahvehaneyi gösterip;
"Buyurun Dila öğretmen, bir kahvemizi için, hem de oturup etraflıca konuşuruz."
Dila peki nidasında başını aşağı yukarı sallayıp, köy halkı ile birlikte kahvehaneye doğru yürümeye başladı. Yanından ayrılmayan çocukların saçlarını okşayıp, hepsine en içten gelerek gülümseyiverdi. Dila, Muhtar, Abdullah ve köyün birkaç hatırı sayılı sakinleri masaya oturup kahvelerini yudumlarken Muhtar;
"Dün okula gidip ne durumda olduğuna baktım. Okul yıllardır kullanılmıyor bu yüzden çok işi var. Aynı şekilde lojman da kullanılacak gibi değil!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uzaklardan Yakınlara
General Fiction"Koparılması mümkün olmayan tek bağ, anne ile evlat arasındaki bağdır." Kabuslarla dolu dünyasında tek umudu küçük kızının battaniyesine sinmiş kokusuydu. Yıllardır bıkmadan, usanmadan Dicle nehrine gidip kocasının yasını tutuyor, küçük kızının yoll...