Dicle, Tepebaşı
Elbisesi kirli olandan değil, düşüncesi kirli olandan korkacaksın.
'Zelal, Dila'
Bitmeyen kabuslar...
Tepebaşı sınırları dışına hiç çıkmayan Zelal'in dünyasını her gece gördüğü kabuslar zindana çeviriyordu. Geceleri uyumaya korksada gözleri en sonunda uykuya yenik düşüyor, sabaha karşı korku içinde tekrar uyanıyordu. Gördüğü kabusların etkisiyle hızla evden çıkıp Dicle'ye koşmaya başlıyordu. Zaman içinde sanki Dicle ile arasında bir bağ oluşmuştu, sanki kızıyla ya da kocasıyla konuşuyor, dertlerini paylaşıyordu. Eskisi kadar ağlamıyor, nehre karşı bağırıp, çağırmıyordu, zaman geçtikçe lal olmuştu Zelal. Eskiden Dicle'nin yanında Zelal'i gören köylüler kendisini nehre atmasından korkup müdahale ederlerdi, onlar müdahale ettikçe Zelal sinir krizi geçiriyordu, zaman içinde herkes Zelal'i kendi haline bırakıp sadece izlemekle yetinmeye başlamıştı. Yine kabuslu bir güne uyanıp, nehre gitmek için yola koyuldu. Ayağındaki kara lastiklerle yalpalayarak, her an düşecekmiş gibi yürümeye devam etti. Hızla lojmanın önünden geçerken Dila uyanmış penceresini açıyordu. Dila pencereden dışarı elini sallayıp içten gülümseyerek;
"Günaydın Zelal hanım."
Zelal Dila'ya bakıp kızının da bu yaşlarda ve böyle güzel olduğunu aklından geçirdi. Asla öldüğünü düşünmüyordu, bir yerlerde yaşayıp, nefes aldığından emindi. İçinde ki umut asla tükenmeyecekti. Dila'yı sevmişti Zelal, köydeki çocuklara okuma yazma öğretmek için ailesini karşısına alması, tüm olumsuzluklar karşısında dimdik ayakta kalması çok hoşuna gidiyordu. Kendinden uzakta bir yerlerde yaşayan kızınında Dila gibi güçlü olmasını diledi. Karşısındaki kömür gözlere bakıp;
"Günaydın Dila öğretmen."
"Nereye böyle her sabah aceleyle? Kahvaltı hazırladım kendime, tek başına pek tadı olmuyor, buyurun beraber kahvaltı edelim."
Dila ile vakit geçirme fikri hoşuna gitse de, nehre gitmeden yapamazdı, nehrin suları bir nebze olsun gördüğü kabusların etkisini azaltıyor, yüreğini hafifletmeye yetiyordu. Kocasının kabri olarak görmeye başlamıştı yıllar geçtikçe, sanki kızı nehrin üzerinden uçarak gelecekti kollarına. Her gün, her an dualar dolanıyordu dilinde, biliyordu bir gün duaları kabul olacaktı. Dila'ya kederden çökmüş fakat hala çok güzel yüzünden bir tutam tebessüm armağan etti;
"Benim nehre gitmem gerek öğretmen kızım." başkasına asla kızım demeyen Zelal yıllar sonra ilk kez birine kızım demişti. "Beni orada bekleyenler var, gitmezsem küserler bana."
"Tamam bak bugün cumartesi okul da yok, birlikte kahvaltı edelim sonra beraber gideriz nehre."
Zelal'e müdahale edildiğinde geçirdiği sinir krizlerinin ardından herkes sabahları yanına yaklaşmaya korkar olmuştu, yıllardır kimse kahvaltıya davet etmemişti, akşamları yemek getirenler olsa da evine çağırmazlardı. Dila'nın bu beklenmedik içten davetine evet ya da hayır cevabı veremedi. Bir yanı nehre gitmek isterken bir yanı Dila'nın yanına gitmesini emrediyordu sanki. Dila dışarıya çıkıp Zelal'in yanına geldi, elinden tutup;
"Hadi Zelal teyze kırma beni, söz kahvaltıdan sonra hemen nehir kenarına yürüyüş yapmaya gideceğiz." deyip çekiştirmeye başladı. Dila köydeki herkese kucak açmış, herkesi çok sevmişti fakat Zelal'de farklı bir durum vardı. Her daim hayata küsmüş gibi bir hali olan bu kadının hikayesini çok merak ediyordu. Zelal ayağına kadar gelen iyi kalpli öğretmenin ricasını geri çeviremedi ve kahvaltı teklifini kabul etti. Okul ile aynı bahçede bulunan lojmandan içeriye ilk giren Zelal oldu. Köydeki diğer evlerden biraz daha küçük ve bir oda, bir salondan oluşuyordu. salondaki eşyalar köydeki evler ile aynı döşenmişti, tek fark çalışma masası ve üzerinde bulunan lap-top bilgisayar, kitaplar, annesi ve babasının fotoğrafının olduğu çerçeveydi. Salonda iki duvarın birleşiminde birleştirilmiş kırmızı, siyah motifli minderlerle süslenmiş sedirin hemen önünde yer sofrası hazırlamıştı Dila. Köydeki kadınlar her gün meyve, sebze, yumurta, süt getiriyorlardı. Babasının evinde mutfağa girmeyen Dila köyde kendi ekmeğini bile pişirmeye başlamıştı. Sofrada tereyağ, bal, yabani sarımsak ile tatlandırılmış örgü peynir, baharatlı zeytin, tereyağlı yumurta ve görüntüsü bir tür krepe benzeyen şilleki, vardı. Her ne kadar daha önce mutfakta işi olmasa da mutfakla arasının iyi olduğunu köye gelince anlamıştı. Elinde taşıdığı çaydanlıkla bardakları doldururken Zelal ile konuşmayı ihmal etmedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uzaklardan Yakınlara
Ficción General"Koparılması mümkün olmayan tek bağ, anne ile evlat arasındaki bağdır." Kabuslarla dolu dünyasında tek umudu küçük kızının battaniyesine sinmiş kokusuydu. Yıllardır bıkmadan, usanmadan Dicle nehrine gidip kocasının yasını tutuyor, küçük kızının yoll...