"Tanrı aşkına, Miyeon! Görmüyor musun oğlumuzun ne hâle geldiğini? Ne hâle getirdiklerini görmüyor musun gerçekten- bana nasıl sakin kalmamı söyleyebiliyorsun?"
"Ben sana Jeongguk için biraz sakin olman gerektiğini söylüyorum, daha fazlasını değil."
"Nasıl olayım? Dün okuldan aradıklarında karşılaşmayı beklediğimiz görüntü bu muydu? Yüzü kandan görünmeyen oğlumuz sence benim kafayı yemem için yeterli değil mi?"
"Soojin-"
"Peki okulda hakkında söylenenler? Sen nasıl hiç etkilenmemiş gibi karşımda dikiliyorsun-"
"Etkilendim! Ama senin aksine ben şu an yalnızca Jeongguk'u düşünebiliyorum, anlıyor musun? Muhtemelen dünden beri senin agresif ve kendine hakim olamayan hallerin yüzünden her şeyi duydu ve duymaya da devam ediyor, sense- sense bir suçlu arıyorsun Soojin! Sadece biraz olsun durup ya ben bir Jeongguk'a bakayım, kim bilir ne haldedir dedin mi? Hayır! Sadece bunları onların yanına bırakmayacağın hakkında bir ton şey zırvalıyor, yine öfkene yenik düşüyorsun. Yapma bunu. Yeter, tamam mı? Ya odana çekil biraz sakinleş ya da ne halt yemek istiyorsan ye ama bir an önce durul artık."
Ve bir kapının sertçe kapatılması...
Jeongguk yastığına daha da sarıldı ve dudaklarını birbirine bastırdı. Dünden beri böyleydiler. Soojin annesi onu gördüğü ve hakkında konuşulanları duyduğu an çıldırmıştı. Okulu bağırtısıyla inletmiş ve bunu kimsenin yanına bırakmayacağını söylemişti. Miyeon annesi ise Soojin annesi gibi fevri davranmak yerine olanları anlamaya çalışmış ve oğlunu kibar fakat iğneleyici bir dille savunmuştu. Elbette o da oğluna yapılan yakıştırmaları duyunca deliye dönmüştü fakat yakıp yıkmakla bir yere varılamayacağını bildiğinden sakin görünmek için büyük bir çaba vermişti. Jeongguk da biliyordu ki Miyeon annesi sinirlenince Soojin annesinden bile daha korkunç oluyordu.
Kapısı çalındığında sessiz kaldı. Konuşmak istemiyordu. Utandığından değildi, utanacağı hiçbir şey yoktu. Sadece onların kavga etmesine neden olduğu için üzgün hissediyordu.
Kapısının aralandığını duydu. "Jeongguk?" Miyeon annesinin sesi öyle alçaktı ki, Jeongguk'un uyuduğunu falan düşünüyor olmalıydı.
"Anne..." Jeongguk mırıldandı ve yatakta dönerek annesine baktı. Miyeon odaya tamamen girdi ve kapıyı arkasından kapattıktan sonra Jeongguk'un kendisi için açtığı yere uzandı. Jeongguk hızlıca annesinin beline sarıldı ve başını göğsüne yasladı.
"Konuşmak ister misin?" Jeongguk başını iki yana salladığında ise "Pekala," dedi ve onun saçlarını okşamaya başladı. "O zaman biz de böyle tüm gün duvarı izleriz, çalışma masana bakarız biraz, duvardaki posterlerine de tabii- sonra saatin tik tak seslerini falan sayarız-"
"Anne!" Jeongguk sızlandığında Miyeon gülerek "Ne?" dedi. "Ben gelene dek yaptığın şey bu değil miydi?"
"Bana biraz kızamaz mısın?" Jeongguk, annesinin kendisine karşı bu kadar iyi olmasına dayanamadı. Biraz önce eşiyle kavga etmişti ve sebebi Jeongguk'un yine bir belaya bulaşmasıydı. Sürekli onları zor duruma sokuyordu ama Miyeon annesi bir kez olsun ona kızmamıştı. Soojin annesi ise çok nadir yapardı bunu.
"Sana neden kızmam gerekiyormuş ki?" Miyeon anlamamış gibi tonladı.
"Başınıza çok dert açıyorum..."
"Bunu söylediğin için kalbimi ne kadar kırdığını bilemezsin," Miyeon'un sesine bile yansımıştı duyduğu şeye ne kadar üzüldüğü. "Jeongguk, sen çocuksun daha. En çok bu yaşlarında hata yapacaksın ve biz gerekirse ya sana yol göstereceğiz ya da yanında duracağız fakat burada senin hiç bir hatan yok. Anlıyor musun beni?" Biraz geri çekildi ve Jeongguk'un kendisine bakmasını sağladı. "Güzel bebeğim benim..."