Bölüm 8- Yeni Arkadaş

44 11 0
                                    

Ertesi gün yine sahilde ellerimde çiçeklerimle dolaşıyor, onları satmaya uğraşıyordum. Bir yandan da tanıdık simalar arıyordum.

Ali ile Deniz'i dün tanımama rağmen özlemiştim ve bu özlem İstanbul'a alışmaya başladığımın bir göstergesi sayılabilirdi. Ben onlara bakınırken karşımda dikiliveren kadını fark etmemişim.

"Çiçek demet ne kadar kızım?" Başımı kaldırıp baktım. O an şokları yaşadığım andı. Anne?!

"İyi misin?"

Demek sesli söylemiştim, farkına varamamıştım. Kadının yüzüne dikkatlice baktım; gök mavisi gözler, aynıydı. Boy-fizik, aynıydı. Aman Tanrım başını bağlayış şekli bile aynıydı.

Gözlerim doldu o an. Sokakların soğuğundan yüreğimin katılaşmasından mıdır, nedir? Ağlamadım. Şuanda biraz da olsa masumluk var üzerimde, fakat eskisi kadar masum değilim. Yaş ilerledikçe masumiyet azalıyor belki, belki de gerçekten Mıstık'ın dediği gibiydi.

Annemin hayalimde bana söylediği cümle bir kasırga gibi vurdu kalbime, masumiyetini kaybetme kızım!

Eski ben olsaydım, ağlardım anne. Sen kızını bilmez misin?

Masumiyetimi kaybedeceğim diye çok korkuyorum anne, bana yardım eder misin?

Ve toparladım kendimi, dağılmaya gelmezdi hayat. Fırtınalı bir havada içi kuş tüyü dolu bir bohçayı taşımak gibiydi yaşam. Ucunu bir kaçırdın mı, dağılan parçaların ne sana bir faydası dokunurdu ne de çevrendekilere. Gerisi sadece çevre kirliliği.

"10 lira çiçekler." Şaşkınlıkla yüzüme bakmakta olan kadın normale döndüğümü sanarak bir demet çiçekle koşar adım uzaklaştı.

Ve ben annemi ne kadar özlediğimi, hayatın tüm koşuşturması ve mücadelesi içinde bile onu ihmal edebilmenin ne kadar mümkünatsız olduğunu anladım.

Sen de beni özledin mi anne? Bak artık hiç tanımadığım yabancılara benzetiyorum seni! Neden anne? Neden gencecik yaşında bırakıp gittin ki beni?

Gözlerimi dikmiş büyük bir umutla gökyüzüne bakıyordum,
Anne?

Sesimin ekosu kalbimin içinde annemden boşalan boşlukta dalga dalga yankılandı. Uçsuz bucaksız bir vadide ciğerleriniz yırtılana kadar bağırmak gibiydi bu. Bağırırsınız, var gücünüzle bağırırsınız ama yine de sesinizin yeterince uzağa ulaşmasını sağlayamazsınız.

Artık bağırmayı kesmiş, umudu biraz kırık, gökyüzüne bakıyordum.
Ve annem gelmedi.

O gök mavisi gözlerini göstermedi bana, şefkat yüklü sesiyle kozasından çıkarıp sarmalamadı yüreğimi. Annem, gelmemişti. Oysaki beni izlediğinden öylesine emindim ki...

Gözlerim tavana çakılı halde, pınarlarından burnumun kenarına doğru yola çıkmaya hazırlanırken incilerim, Deniz ile Ali geldi. Yanlarında esmer kara saçlı uzun boylu bir kız vardı.

"Selaaam..." diyerek yanıma geldi Deniz, yüz ifadem her nasılsa gülümsemesi soldu.

"İyi misin?"

İyi anlamında başımı salladım. Neşesi biraz yerine gelmişti.

"Bak bu Cansu." Diye yanındakini tanıttı Deniz.

Soğuk bir, merhaba, demesi dışında aramızda başka bir konuşma geçmemişti.

Her insan bir olmuyordu tabii.

Ne yapacağımı bilemeyip suskunca etrafıma bakındım, gözlerim Ali'ye takılmıştı. Çocuk garip bir şekilde gülümsedi, halinde tavrında 'hayata gülmeyi öğrenmiş' bir adam edası vardı. Ali, yalnızca Deniz'in çocuğu değildi. O gözlerini sokaklara açmış bir sokak çocuğuydu. Cansu ile Mıstık'ı bilmiyordum ama Deniz'le benim iyi kötü bir aile yaşantımız olmuştu fakat Ali'nin çocuk yaştaki annesinden gerçek anlamda anne ilgisi ve şefkati gördüğünden şüpheliydim. Babasını ise hiç görmemişti, zaten babası tohumlarını zehirle atmaktan da çekinmemişti. Bütün dünya birleşse bu şanssız ama masum yavrunun tek bir damla gözyaşının hakkını verebilir miydik acaba?

Kayıp YaşamlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin