Bölüm 7- Karacadağ

73 10 9
                                    



"Zaten anarşist diye bir şey yoktur. İflah olmaz, yiğit, yufka yürekli haydutlar vardır"
Murat Uyurkulak - Tol

*****************************
Havaların ısınmaya başlayacağını haber veren bulutsuz gökyüzü köylüyü de tüm insanlığı da kandırmaya devam etmişti. Yeni günün sabahına inanması güç bir fırtınayla uyanmışlardı. Kadın saniyeler dakikaya dönüşmeden uzaklaşmıştı adamdan. Peşine düşebileceğinden şüphe ettikleri yaşlı adamdan kaçıp saklandığı evin sahibine bahşettiği temas kadını o an değilse de sonrasında huzursuz etmişti. Sabahın ilk ışıklarıyla ayağa dikilmişti. Yabancı bir yerde her zaman kimse uyanmadan uyanıverirdi kadın. Herkesten önce kalkıp kendine çeki düzen vermesi gerekiyor gibi hisseder ve normal şartlarda hiç kalkmadığı saatlerde ayaklanırdı. Yağmurun camları ve çatıları dövdüğü o sabah da çobandan önce uyanmıştı.

Gözünün önüne gelen görüntülere engel olamıyordu. Bir adamın bir bebeğe tecavüz ettiğine şahitlik etmiş ve yeni bir güne daha uyanmıştı. Dünya hala dönüyor ama bir türlü dur durak bilmiyordu. Pencerenin ardında yağan lapa lapa kar, toprağı örtebilmişti ama o adam hala aklanmamıştı. İçinde büyüyen öfkesini pasif bir direniş olan sessizlikle mühürlüyor ve artık ağlamakla bile kurtulamıyordu içindeki arbededen. Uzun uzun izlediği karda dün ve önceki günler silinirken annesinin yüzü belirmişti. Onu bir Yıldız doğurmuştu. Dünyaya kulakları dikili halde gelmiş ve o dünyaya herkesi işitebilmesi için Ezman'ı getirmişti. Annesi duyamıyordu, konuşamıyordu. Ezman için Yıldız kusursuzdu. Bazı geceler kulağına ninniler fısıldadığını hayal eder, çoğu çığlığını annesine duyururdu. Ne Yıldız ne de Ezman için bir yara olmamıştı bu gerçek. Anne sanki susmayı da duymamayı da kendi seçmiş gibiydi. Kız çocuğu sanki bütün anneler dilsizmiş gibi büyümüştü. Konuşan anneler bağırıyor, emirler yağdırıyor, duyan anneler kızıyor, sus diyor. Ezman'ın annesi öyle değildi. Ezman, annesi yerine gülüyor, annesi yerine duyuyor, annesi yerine bağırıyordu. Bu köye gelirken kimse karşı çıkmamıştı kararına. Annesinin bavuluna doldurduğu kazakları anımsıyordu Ezman. Bu köylerden birinde doğup büyümüştü Yıldız. Kızına bir çelik yelek veremeyeceği için yün kazakla idare etmişti. Yağan karla beraber annesinin gözleri de silinmişti hayalinden.

Sönmüş sobanın ardında bıraktığı soğuk, odayı kuşatırken adam sonunda gözlerini açabilmişti. Başını çevirdiği yerde kadını bulamayınca yattığı yerden ayağa fırlaması bir olmuştu. Pencerenin kenarındaki sedirde oturan kadın şaşkın gözlerle çobanı izliyordu. Gözleri kadını bulduktan sonra bedeni durulmuş ve tuttuğu nefesini salıvermişti.

Saniyeler içerisinde binbir çeşit şey aklından geçti kadının. Adamın yüzündeki endişenin dağılışı, vücudunun gevşemesi kadını sarsmıştı. Sohbet adamı olmadığını anladığı günden beri dikkatle çobanı inceliyordu. Çağırırsan gelirim dediği gün geliyordu bi anlığına aklına. Sonra taziye evinin damında söyledikleri. Kavganın, kurşunların ve cenazelerin işgal ettiği ayların sonunda bir çobanla çok fazla anı biriktirmişti. Bir çobana isim aramış, sonra kendini kurt ilan etmiş ve aynı çobana sığınmıştı. Bir yabancının evinde oturuyor gibi hissetmiyordu. Kadına göre Ezman en başından beri adama sarılmıyor, sığınıyordu. Çoban için ise yaşanan her şey bir kaostan ibaretti. Yeniden öldürmek hissi bir zincir, kadına duyduğu yakınlık bir zincir, içini kaplayan öfke bir zincir ve bütün zincirler adamın boynundaydı. Yutkundukça boğuluyordu. Silahtan ve kadınlardan vazgeçmişti Behram. Dünyanın en karanlık kuyularıydı ölüm ve sevda. Ne var ki artık kendini kamçıladığı fikirlerini eyleme dökemiyor ve mütemadiyen düşündüğünün aksini yapıyordu.

Aralarında ismini koyamadıkları, elle tutulamayan, gözle görülemeyen bir bilmece vardı. Çözmek yerine kaçmayı seçen adam, sönen sobayı harlamaya girişmiş kadınsa bir yabancının evinde kahvaltı hazırlamaya başlamıştı. Masanın iki ucuna oturdukları an suskunluk molaları da son bulmuştu.

EZMAN Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin