"Gözlerimi açtığımda, hastanedeydim. Ailem ve sevdiklerim yanımdaydı. Etrafımı çevrelemiş insanlar, kucağımda çiçekler... Belli ki kayıp oluşum medyayı da uyandırmıştı. Odamın dışı gazetecilerle doluydu çünkü. Herkes geri döndüğüm için çok mutlu görünüyordu. Ne kadar cesur olduğumu söylüyor, benim için bir şeyler yapmak istiyorlardı. Bazen insan, herkesin odağında, böylesine sevilmekten haz eder ve hatta bunu ister. Fakat büyük bir ilginin odağı olmayı ben pek de sevmemiştim. Tek istediğim bir an önce evime dönmekti. Evimin gün rengi duvarlarını, koridordaki yumuşak yolluğu, odamın sabahları güneş ışığıyla parıldamasını özlemiştim. Omzumdan vurulduğum için bir süre daha hastanede kalmam gerekti. Ayrıca o gece yalınayak ormanın içinde koşuştururken ayaklarımda düşündüğümden daha ciddi kesikler açılmıştı. Birkaç gün yürüyemedim bile. Sonrasında taburcu oldum. Çıkabileceğim en sessiz biçimde hastaneden ayrıldım ve eve döndüm." Sustum. Ellerimi dizlerimin üzerinde birleştirdim ve parmaklarımı birbirine kenetledim. "İşte, benim hikayem bu kadar."
Suna Hanım, not aldığı defterinden gözlerini ayırarak bana baktı. Odada bir süre sessizlik oldu. Kahverengi gözleri yumuşak da olsa, bana çok büyük bir ciddiyetle bakıyormuş gibi gerilmiştim. "Peki, Demir'in öldürüldüğünü nasıl öğrendiniz?" diye sordu bir anda sessizliği bölerek.
Şaşkınlıkla bir an için afallamıştım. "Efendim?"
"Yanlış hatırlamıyorsam, Demir'in ölümünü kendi gözlerinizle görmemiştiniz. Öldüğünü ne zaman öğrendiniz?"
Cidden de olayı köküne kadar kazıyordu. Şimdiye kadar yeterince detaylı anlatmamış mıydım acaba her şeyi? "Levent, ben hastanedeyken söyledi. Uyandıktan kısa bir süre sonra öğrendim. Silahıyla kendi başına ateş etmiş. Zaten, o silahın patlama sesini duyduğumda intihar ettiğini anlamıştım."
"Bu size nasıl hissettirdi peki?"
Duraksadım. Bu konuyu hiç düşünmemiştim. Psikologlarım zorlayıncaya kadar Demir'le olan geçmişime dair hiçbir şeyi de düşünmemeye de çalışıyordum zaten. Belki de bu yüzden gittiğim her doktordan eli boş dönmüştüm. "Bilmiyorum..." diyerek başladım cümleme.
"Mutlu olduğumu söyleyemem sanırım. Ancak üzgün de değildim. Bu iki duygunun arasında bir şey. Tek düşündüğüm, artık kurtulduğum ve o hasta adamın bana zarar veremeyeceği düşüncesiydi. Bu yüzden üzülmüyordum sanırım."
"Peki, neden mutlu değildiniz sizce?"
Demir'in son sözleri gözlerimin önünde belirdi. Kirpiklerimi kırpıştırarak bu kısa vizyonu kovalamaya çalıştım. Fakat Suna Hanım, bunu yakalamış olacak ki, adeta zihnimi okumuş gibi sordu bir anda. "Bu durumla Demir'in son sözleriyle alakası olabilir mi?"
"Onun sözlerini hatırlamak bile istemiyorum." dedim tiksintiyle. Sanki o son kelimeler yaptığı her şeyi değiştirebilirmiş gibi! "Hilal hanım, tüm bunlardan bahsetmenin sizin için ne kadar zor olduğunu anlayabiliyorum. Kolay şeyler yaşamamışsınız. Daha bana anlatırken dahi gözlerinizde o zamana ait anılarınızı nasıl da tekrar yaşadığınızı görebiliyorum. Ancak terapinin bir parçası da bu. Zamanında canınızı acıtmış olan bu anılara tekrar bakmamız, onları analiz etmemiz ve sağlıklı bir şekilde zihnimizde olması gerektiği yerlere yerleştirmemiz gerek. Bu parçalara dokunmak, tabii ki de canınızı yakacaktır. Tıpkı irinle dolmuş bir yaranın yeniden açılıp boşaltılması gibi..."
"Yine de bu, henüz girmek istemediğim bir anı diyelim." dedim. Ses tonum kendime dahi ters gelmişti. Fakat Suna Hanım, tonumdan hiç rahatsız olmadan devam etti. "O halde bu konuyu şimdi deşmemize gerek yok. Şimdiye kadar anlattıklarınızda yeterince nettiniz. Bu konuyu konuşmaya da hazır olduğunuzda beraber tartışabiliriz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BUZ-2 KAN
General FictionYıllar önce tecrübe ettiği travmatik olayların etkisinde kalmış olan Hilal, çaresizce bir çıkış yolu aramaktadır. Fakat yüzleşmek zorunda olduğu tek sorun bu da değildir. O her ne kadar geçmişinde kalmışsa da, zaman onu beklemeden acımasızca ilerlem...