Arkadaşlar yeni bölüm geldi lütfen okuyanlar oylasın. Oylar az olunca beğenilmediğini düşünerek yeni bölüm yayınlamak istemiyorum. Sınır koymuyorum ama lütfen okuyanlar oylasın ve eleştilersin. Size güveniyorum. Keyifli okumalar :)
Güzel bir uykudan sonra uzandığım koltuktan doğrulup sarışın çocuğu izlemeye başladım. Kahvaltısını yapıyordu. Beni farkedince sıcak bir gülümseme gönderip kahvaltıyı tepsiyle birlikte koltuğun yanındaki sehpaya koydu. Bu yardım severliği inanılır gibi değildi. Hiç tanımadığı birine yatak açıyor ve kahvaltısını ayağına getiriyor. 32. Yüzyılda menfâat olmadan kimse kimseye bunu yapmazdı. Neredeyse karşılıksız hiç bir şey kalmadı denilebilir. Ah yine aklıma 'yakında zaten hiç bir şey kalmayacak'. düşüncesinin gelmesini gerçekten anlamıyorum. Bir türlü aklımdan çıkmıyor. Her neyse artık bunu bir kenara atıp hayatımı yaşamalıyım sonuçta 'kaç günüm kaldı ki?' Diye düşünerek kahvaltıyı bitirdim. Onu anlasaydım her şey daha kolay olurdu. Onunla konuşmayı denesem mi? Ne kaybederim ki? Tepsiyi toplarken yavaşça yanına yaklaşıp eliki uzattım ve "Begonya." Dedim. Önce bir süre elime baktı sonra da boş gözlerle bana. Diğer elimle kendimi göstererek "Begonya." Deyince anlayıp gülümsedi. Gülümsemek ona öyle yakışıyor ki. Gözleri kısılıyor ve parlıyor, dişleri ise bembeyaz. Ben onu hayranlıkla izlerken elini uzatıp "Marti." Dedi. Aksanı ve ses tonu mükemmeldi. Şu an neden bana bu kadar sevimli geldiğine bir anlam veremiyordum. Elimiz uzun süre böyle kalmıştı ve tuhaf olan kısmı oda bana benim baktığım gibi bakıyordu. Neden heyecanlandandığıma anlam veremiyordum. Nefes alışımı düzene sokmaya çalışarak elimi çektim. Teninden ayrılmak öyle zordu ki. Karşı konulmaz bir güç "bırakma!" Diyordu. Ama sonunda onu yenerek düşüncelerimi toparlayabildim. Adını öğrenmiştim bu iyi bir başlangıçtı.
Birlikte kahvaltı malzemelerini toplarken aklıma gelen düşünceyle sarsıldım. Annem ve kardeşimi bulmam gerekiyordu. Bütün gece geri dönmedim. Kim bilir neler düşünmüşlerdir. Gözlerimi kapıyı süzdü. Sonra Marti'ye ne söyleyeceğimi düşündüm. Aklıma bir şey gelmeyince onu bir daha göremeyecek olmamın üzüntüsüyle boynuna sarıldım. Bunun bir teşekkür kucaklaşması olduğunu anlayıp karşılık verdi. Gözlerine son bir kez uzun süre baktım sanırım. Daha sonra dolan gözlerime bakıp anlamaya çalıştı. Neden ağladığımı anlayamadan kapıya yönelmiştim bile. Beni durdurmak için hiç bir şey yapmadı. Zaten ne yapabilir ki? Öylece izledi ve ben de kapıyı açıp karanlık koridora göz gezdirdikten sonra Marti'ye el sallayıp gitmek zorunda kaldım. Oda buna sıcak bir gülümsemeyle karşılık verdi. Koridorda yürümeye başladığımda içimde dün akşam olduğu gibi korku yoktu pişmanlık vardı. Bir an o odadan çıkmak istemedim ama ailem her şeyden önemliydi. Marti'den de pek fazla bir şey bekleyemezdim zaten. Bu kadarını yaptığına sevinmem gerekiyor.
Uzun süre yürüdükten sonra düşüncelerimi bir kenara bırakıp etrafıma baktım. İleride bir karartı belirdi. Yaklaşınca bunun insan gölgesi olduğunu anladım. Olduğum yerde beklemeye başladım. Artık düşman diye bir şey yoktu. En fazla ne yapabilirler ki? Dünya'nın sonu gelmek üzere. Neden insanlar vaktini savaşla harcasın ki? Kısa bir süre sonra gelenlerin polis olduğunu anlayıp derin bir iç çektim. Dün gece ortalıkta yoklardı. Aslında onlara biraz kızgındım ama dilimizi bildiklerini bile sanmıyorum. Yanıma geldiklerinde bana bakıp ne söyleyeceklerini düşündüler. Sonunda bir tanesinin aklına fener yakmak geldi ve bileğine bağlı ışık saçan cihazı çalıştırdı. Daha sonra koridorun sonunu işaret ederek ilerlememi istedi. Nasıl yani? Beni anlıyor! Yani ben onu anlıyorum. Bu adam Türk! "Nereye gidiyoruz?" Diye sordum konuşabilecek birini bulmanın mutluluğuyla. "Sayım var" dedi kısaca. Bu adam tam bir aptal! Seni anlayan birini buldun, bu kadar mı konuşuyorsun yani?!
İstediği yöne doğru ilerlemeye başladık. Biraz daha yürüdükten sonra dün akşam geldiğim salona geldiğimizi farkettim. Burası şimdi aydınlatılmıştı. Akşam gördüğümden daha büyük duruyordu. Sağda da bir kapı vardı. Görünenden daha fazla kişiyi içine alabiliryormuş. Sırayla anons edilen ülkelerin vatandaşları o odaya girip sayımını yaptırıp çıkıyorlardı. Bazı ülkelerin vatandaşları bile kalmamıştı. Çok uzun bir süre bekledim. Canım sıkılıp ortadaki büyük masaya yaklaştığımda dünyanın şimdiki halini gösteren haritayı farkettim. Biraz daha yaklaşınca odadan gelen sesleri duydum. Sadece sayım değil açıklama da yaptıklarını anladım. Haritayı biraz daha incelerken çoğu ülkenin sular altında kaldığını gördüm. Neredeyse yok denecek kadar az kara parçası vardı. Nerelerin hâlâ sağlam olduğuna bakmaya çalışırken "TÜRKİYE" anonsunu duyup yerimden fırladım. İçeriye girdiğimde gözlerim annem ve kardeşimi aradı. Bir süre bekledikten sonra kapı kapandı. Kapıya doğru yöneldim. İşte oradalar! Layle beni farkedince koşarak sarıldı. "Kayıp oldun diye çok korkutuk." Deyip ağlamaya başladı. Gözlerimden düşen her bir yaş lanetler saçıyordu etrafa. O daha küçücüktü. Kim bilir daha neler yaşayacaktı. Bu haksızlık! Onun hayatını çalmaya kimin hakkı var!? Kimse kimseyi suçlamıyor artık! Neden mi? Bunu bende bilmiyordum ama şimdi öğrendim. Odanın içerisinde tam 8 kişi vardı. Sekiz! Sekiz kişilik bir ülke! Suçlayacak kim kalmış ki? Ceza verecek kim kalmış. Açıklamayı dinlerken ağlamaya başladım. Çoğu ülkenin vatandaşı kalmamış. Bakanların çoğu ölmüş, temsilcileri kalmamış. Haritadan silinmeyen ülke kalmamış. Sadece bir kaç kilometre karelik alanlar! Annem fısıldadı "Güçlü ol Begonya! Dinle bak sonunda iyi bir şeyler söylüyorlar." İyi olan ne? Şu anda ne iyi olabilir ki?! Diye haykırmak istedim ama duyduğum şeyle gözlerimi holograma diktim. "... Bu bir gezegen değil. Keşfedilen diğerlerinden farklı bir yıldız. Dünya'da kalan insanların sayısı bu yüzden çok önemli. Bu yıldız diğerlerine göre daha fazla alan kaplıyor ve nadir türlerden biri. Hatta daha önce görülmemiş bir tür. Kendi içinde geçirdiği kimyasal patlamalar onu gaz halden uygun sıcaklıktaki bir katı cisme çevirmiş. Araştırmalar sürüyor ama bunun hâlâ uzun uğraşlar gerektirdiği ve henüz hakkında bilinmeyen çok şey olduğu belirtildi. Kısa bir süre sonra sığınak değiştirmek zorunda olabilirsiniz..." Bu gerçek mi? Gerçekten başka bir gezegene taşınabilir miyiz? Şaka falan yapıyorlar heralde! Ölüm korkusu bu bilim insanlarını saçmalamaya sevketmiş olmalı!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
3185 (askıda)
Science FictionGit gide daha çok hasar gören ozon tabakası artık neredeyse yok olmak üzereydi. İlk sular altında kalanlar kutup bölgeleri ve alçak kesimler oldu. Hayatta kalan herkes daha yüksek bölgelere göç etmeye başladı. Bunun amacı sadece biraz zaman kazanmak...